

Bir de bunun kamusal alan sendromu vardır a dostlar! O da hiç çekilmez. Güllük gülistanlık bir günde yapacağınız bir otobüs, tren, vapur hatta uçak seyahatinde bu insanlar sizi rahat bırakmaz. Adeta ben geldim diye yakanıza da yapışabilir, pişkin bir şekilde. Özellikle otobüste ayakta bekleyen engelli, yaşlı, çocuklu kadın gözetmeksizin hala yerinde oturanlar, uyuma taklidi yapanlar, çoluk çocukla binerek birden fazla koltuğa abananlar, yanında birisi oturmuyormuşçasına iki koltuğa yayılmaya çalışanlar günlük moralinizi bozmaya yeterli olabilir… Böylelikle ortak yaşam alanlarımız “yayılma hastalığı”na tutulmuş insanlar nedeniyle dayanılmaz bir duruma gelir. Hayatı kolaylaştırmaya çalışmak için kimsenin çaba göstermemesi de bu durumu daha da kötüye götürüyor. Oysa çözüm yolu çok basit. Her çaresi olan hastalık gibi yayılma hastalığının da çözümü var. Çözüm başta eğitimden geçiyor.
Cumalı da dramatik bir şekilde yazdığı “Devetabanı” oyununda yayılma hastalığı olan insanların bu tür kusurlarını gülerek ve eğlenerek ortaya koymaya çalışmış ve en olumlu iyileştirme yolunu kullanmış. Oyunun konusu şöyle: “38 yaşındaki gazeteci-yazar İlter Tezcan, kitapları ve plakları arasında okuyarak, yazarak, müzik dinleyerek, gürültüsüz, patırtısız yaşayacağı bir ev satın alır. İlter’in arkadaşı Serdar, ev hediyesi olarak kocaman bir devetabanı getirir. Bin bir zorlukla yer bulunan devetabanı, her zaman evin sorunu olur. İlter’in evlenmesi ve eve gelen yayılma hastalıklı arkadaşlar nedeniyle düzenin bozulmasıyla devetabanı bu gidişata alışamaz ve kurur.” Ortamdaki yaşanılamaz boyuta gelen değişikliklerin bir çiçek üzerindeki etkisinin ortaya konulduğu bu hikâye, aslında bizlerin de “yayılma hastalığı”na kapılmış insanlarla yaşanılamaz boyuta gelen durumumuzu en güzel şekilde ortaya koyuyor…