
Bakmak ve görmek… Her ne kadar bu iki fiil birbiriyle bağlantılı gibi dursa da aslında aralarında kocaman bir fark var. Gerçekleri görmek için bakmak gerekir. Jacques Lacan’a göre gerçek, her zaman simgelerin ötesinde yattığı için çoğu zaman baktığımız her şeyi gördüğümüzü ve bunların da gerçek olduğunu düşünür ve inanırız. Oysa gerçek olanı, ana mesajı, semptomları görmek için ‘Yamuk bakmak’ gerekir. Ama bunun öncesinde ‘bakış’ kavramının altını kırmızı kalemle çizerek, içini doldurmalıyız. Sartre’a göre bakış, ben-öteki ilişkisi içinde bir ‘özne nesne’ mücadelesidir. Bu durum sizi gören bir öznenin bakışlarıyla artık sizi nesne haline getirmesi anlamı taşır. Bakış kavramını Michel Foucault da incelemiş ve görülmeden gören, kendisini tamamen hissettiren tanrının bakışı olarak anlamlandırılan “panoptik” kavramıyla ele almış. ‘Panoptik’ bakıştaki iktidar, artık baktığını nesneye çevirir çünkü güç, iktidar ondadır. Erkeğin bakışı da ‘panoptik’tir ve baktığını nesneye dönüştürür. Lacan’a geldiğimizde ise bakış kavramının çok farklı ele alındığını görüyoruz. Lacan’a göre bakış, nesnedir. Bakılan bakışı, üzerine alan öznedir, bakan ise nesnedir. Lacan için bakış konumunu üstlenen kadındır.
Bakış kavramı düşünürler arasında böyle tanımlanırken psikanalitik film çözümlemeleriyle tanınan Slovenyalı sosyal bilimci Slovaj Zizek’e göre “Görme duyusuyla dolaysız olarak algılanamayan belirli bir biçime sahip değilmiş gibi görünen nesnelerin özel bir bakış açısından algılanabilir olması için” ‘yamuk bakış’a ihtiyaç vardır. Yamuk bakmanın net bir şekilde anlaşılmasında Holbein’ın ‘Sefirler’ tablosu iyi bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Tabloda iki sefirin önünde yerde duran ve bir anlam ifade etmeyen bir döşemeymiş gibi görünen şey, tabloya yandan ve hafifçe başımızı eğerek (yamuk) baktığımızda bir kafatası olarak algılanır. Asıl görülmesi istenilene yamuk bakışla böylece ulaşılır.
Bakış kavramı düşünürler arasında böyle tanımlanırken psikanalitik film çözümlemeleriyle tanınan Slovenyalı sosyal bilimci Slovaj Zizek’e göre “Görme duyusuyla dolaysız olarak algılanamayan belirli bir biçime sahip değilmiş gibi görünen nesnelerin özel bir bakış açısından algılanabilir olması için” ‘yamuk bakış’a ihtiyaç vardır. Yamuk bakmanın net bir şekilde anlaşılmasında Holbein’ın ‘Sefirler’ tablosu iyi bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Tabloda iki sefirin önünde yerde duran ve bir anlam ifade etmeyen bir döşemeymiş gibi görünen şey, tabloya yandan ve hafifçe başımızı eğerek (yamuk) baktığımızda bir kafatası olarak algılanır. Asıl görülmesi istenilene yamuk bakışla böylece ulaşılır.

Holbein'ın 'Sefirler' tablosu
John Berger ise bu tabloyu şöyle yorumlamıştır: “Resimdeki iki adam kendilerinden emin ve resmidirler: Aralarındaki ilişki açısından baktığımızda rahattırlar. Peki, ressama-ya da bize- bakışları nasıldır? Gözlerinden, duruşlarından, kimse onları tanımasa da olurmuş gibi bir şey okunmaktadır. Sanki başkaları onların değerini anlayamazmış gibi bir bakış. Adamların ait olmadıkları bir şeye bakar gibi bir halleri vardır. Onları çevreleyen ama adamların dışında kalmak istedikleri bir şeydir bu. En iyisini düşünürsek onları çevreleyen, onları alkışlayan bir kalabalık, en kötüsünü düşünürsek, rahatlarını kaçıran insanlar olabilir bunlar.”
Bir de ‘yok üzerinden kendini kuran gerçek’ vardır. Ölüm gerçektir ancak yarattığı boşluktur gibi. Bu konuya en güzel örnek ise “Lenin Varşova”da resmidir. Resimde Lenin olmamasına rağmen tablonun adı Lenin Varşova’dadır. Fakat tabloda Lenin Varşova’da olduğu için eşi ve yanındaki adamla kol kola yürürken hali çizilerek Lenin’in aldatıldığı anlatılmaya çalışılmıştır. Her zaman madalyonun arka yüzündeki gerçekler vardır ve bu gerçeklere öyle kolay kolay ulaşamayız. Yaşadığımız yüzyılda ise her gün yüzlerce reklam imgesinin karşımıza çıktığını düşünürsek farkında olmadan bilinçaltımıza kazınan bu imgelerin arka planında yatan gerçeğe ne derece ulaşabildiğimiz de sorun oluşturur. Reklamların imgesi anlıktır. Bir sayfayı çevirirken, otobüste giderken, televizyondaki kanalları zaplarken karşımıza çıkan reklamlardaki bu imgelere o kadar alışmışızdır ki artık “bunlar bize ne anlatmak istiyor, üzerimizde yaptıkları etki de ne?” gibi bir meraka kapılmıyoruz. Çoğu zaman reklamların amacı; insanlara içinde bulundukları yaşamdan bir ölçüde memnun olmadıkları duygusunu kamçılamaktır. Reklamlar, kendi özel yaşamında bir eksiklik duyan insanların kendilerine sunulan nesneyi aldıklarında yaşamlarının daha iyi olacağına dair bir gizli mesajı da içinde barındırmaktadır.
Reklamların dünyayı yorumlayışıyla dünyanın içinde bulunduğu durum arasında uyuşmazlıklar da görülebilir. Bugün Vakit gazetesinin en arka sayfasında tam boy av tüfeği reklamı verilmesi de bu duruma örnek olabilir. Kitle iletişim araçlarının ayakta kalması için ilan ve reklamların hayati önem taşıdığını tabii ki biliyorum ancak savaşın ve çatışmaların hiç bitmediği bir dünyada böylesine umarsız bir şekilde silah reklamı yayınlanmasının ve bunun üzerinden para kazanılmasının ne derece doğru olduğunu düşünmeden açıkçası kendimi alamıyorum. Yine bugün bir başka gazetenin sayfasında ise kocaman bir silah fotoğrafının yer aldığı bir haber vardı. Konuya yamuk baktığımızda aslında okuyucuya verilen mesaj gayet net anlaşılıyor. Başta okuyucuya “senin neden bir silahın olmasın?” sorusunu sorduran bu reklamların yaratacağı etkileri sayfalarca tartışmak mümkün. Gerçeğe ulaşmada bakmak ve görmek arasındaki farktan yola çıkarak, aslında teoride gördüğümüz birçok konunun ne kadar da günlük hayatla bağlantılı olduğunu bu yazıda resimler ve reklamlar üzerinden vurgulamak istedim. Elbette ki bu örnekleri çoğaltmak mümkün ancak bir daha üzerinde durmakta fayda görüyorum: Simge ve sembollerin arkasında saklanan gerçeklere sorgulayıcı bir şekilde yamuk bakarak, ulaşabileceğimizi unutmayalım!..
Kaynaklar:
1- John Berger, "Görme Biçimleri", Çev: Yurdanur Salman, İstanbul, 2006
2- Nurdoğan Rigel, Gül Batuş, Güleda Yücedoğan, Barış Çoban, "Kadife Karanlık", İstanbul, 2003.