6 Haziran 2009 Cumartesi

Bir kütüphaneniz var mı?

“Kütüphanemi ne zaman oluşturmaya başladım?” sorusunun cevabını aradığımda 1990’lı yılların başlarında Şişli’de geçirdiğim çocukluğum aklıma geliyor. O dönemde çocuk olanlar bilir: Sevilen sanatçıların gazete ve dergilerdeki fotoğrafları ve yazıları kesilerek, bir güzel defterlere yapıştırılır ve saklanırdı. Daha okuma yazmayı yeni söktüğüm o yıllarda gazete karıştırma, kesme biçme alışkanlığı edinmiştim. İlkokulda ise sınıfımızda geniş bir kitaplık vardı ve bütün öğrenciler her hafta bir kitap okumak zorundaydı. Böylece çocuk kitaplarını bu dönemde bitirdiğimi hatırlıyorum. Ama her şeyden önemlisi mahallemizde Vural Arıkan Kütüphanesi vardı. Sınıf öğretmenimizin verdiği bütün ödevleri şimdiki çocuklar gibi internetten değil de bu kütüphaneden araştırırdım. Her kaynağa ulaşabildiğim, oturup saatlerce kitapları karıştırdığım bu kütüphanedeki eserlere büyük bir itina gösteren cüce ve kambur görevlinin varlığı, her zaman bana ciddiyetle kitaplara yaklaşma hissiyatını aşılamıştı. Böyle bir temelin üzerine tam olarak kütüphanemi oluşturmaya lise yıllarında başladım diyebilirim. Arkadaşlar arasında değiş tokuş edilen, haftalık harçlıkların biriktirilmesiyle alınan kitaplar okuma sevgisini daha da çok artırıyordu. Aristotales, Immanuel Kant, Jean Jack Rousseau, Cervantes, Montesquieu, Goethe gibi büyük düşünürlerin eserlerine merakım da bu dönemlerde başlamıştı. Bizim yazarlarımızdan Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Necati Cumalı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Selim İleri, Cemil Meriç’in hayat dersi niteliğindeki öyküleri, hep bir yol gösterici rehber olmuştu. Dünya klasiklerinden Montaigne’nin Denemeler’i ise hayat felsefemin oluşmasına katkı sağlamıştı. “Bunlardan bize ne?” diyorsanız; bu soruya Montaigne’in kaleminden cevap vereceğim: “Kendinden söz etmek kötü görünen ve yasak edinilen bir âdet olmuştur; çünkü kendinden söz etmek her zaman kendini övmek gibi algılanır, kendini övmekse birçok insanın hoşlanmadığı bir şeydir. Ama kendinden söz etmeyi yasaklamak, çocuğun burnunu silecek yerde, burnunu koparmak olur.”


Üniversite yıllarında daha çok basın yayın, siyaset, sosyoloji üzerine kitaplar okudum ve böylece her geçen gün kütüphaneme yeni kitaplar eklendi. Ama ikinci el kitapları ayrı bir severim ben; üstü karalanmış, notlar düşülmüş, dokunulmuş kitapları, kısacası yaşamış kitapları… Bu nedenle başta Beyazıt, Taksim, Kadıköy’deki sahafların yolunu az arşınlamadım değil. Sanki hiç bulamayacakmışım gibi bir korkuyla aradığım kitapların bu yerlerden çıkması inanılmaz mutlu ediyor beni.

Kitaplarımın her biri benim için çok özeldir. Geri almak karşılığında en yakın arkadaşlarıma okumaları için kitaplarımı veririm ama aklım onlarda kalır. Kitap okurken, kelimelerin altını çizmeyi ve notlar düşmeyi de ihmal etmem ayrıca kitaplarıma gayet nazik davranırım. Bir de her kitabıma aldığım tarihi ve adımı yazarım. Şimdi kendi çapında işimi görecek düzeyde, tamamen sevdiğim yazarların kitaplarından oluşan ve her geçen yıl biraz daha genişleyen bir kütüphanem var. Çetin Altan üç tür okuma vardır diyor: Birincisi zorunlu okuma; mektep kitapları. İkincisi öğrenmek için okuma. Üçüncüsü ise zamanı unutmak için, zevk için okuma. Üniversite yıllarında daha çok birinci ve ikinci okuma türünü uyguladığımdan şimdi zevk için okumalara zaman ayırıyorum. Dönem dönem okuma türlerim değişse de hayat yoldaşı kitaplarımı severek okuyorum.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails