Bir labirentte kayboldunuz mu hiç? Ben kayboldum. Hem de şehir labirentinde. Önce farkına varamazsınız kaybolduğunuzun çünkü tarihi mimarinin yaşanmışlığı içinde yol alırken hava, mekânlar, kokular, sesler, kanallar, sokaklar başınızı döndürür. Her anı doyasıya yaşamak, ağzı sıkıca kapalı bir kavanoza kapatmak ve fotoğraflamak istersiniz. Gidersiniz gidersiniz yol da sizinle gider; bir iki defa gittiğiniz yere tekrar gittiğinizi fark edersiniz. Benim gibi ‘zaten gezginim, bana vız gelir’ derseniz sorun etmezsiniz, işin içinden çabuk çıkarsınız. Kimi zaman kalabalık grupları takip edersiniz, rehberin anlattıklarına kulak misafiri olmak için; kimi zaman da sokak adlarını kaydedersiniz, bir daha unutmamak için. Ancak yorulmaya başladınız mı tam bir dar alanda kısa paslaşmaları oynarsınız. Nasıl bitecek bu labirent sızlanmalarının ardından dar dar bölmeler üzerinize gelir sanırsınız. Başınız döner, nefes nefese kalırsınız ve çıkış yolu hala yoksa pes edebilirsiniz. Ancak dinlenip tekrar yola koyulmak şartıyla. Çünkü şehir sana gülerek der ki:

-Sen daha labirentin bölmelerini görüyorsun. Asıl benim içimi keşfetmelisin. Neler yaşandığını biliyor musun burada? Bu mimarinin neden oluştuğunu, köprülerin neden yapıldığını, kimlerin ödüllendirilip, kimlerin cezalandırıldığını, maskeli baloları, hangi aşkların yaşandığını nereden bilebilirsin. San Marco, Palazzo Ducale, Ponte Dei Sospiri, Rialto’yu sadece taş yapılar mı sanıyorsun? Sen ancak beni görerek tükettiğini zannediyorsun.

Bu sefer sen de kendi kendinle konuşmaya başlarsın; labirent şehrin her yerini keşfetmeliyim, ezberlemeliyim, çıkış yollarını bulmalıyım diye. Yukarıdan baktığınız zaman bir labirentin bütün planını görebilirsiniz. Bu balık şeklinde bir labirentti. Venedik’ti. Dar bölmeleri, geçitleri, köprüleri, gondolları, çiçekleri, sırları, gizleri, isleri, pusları vardı. Gündüzleri kalabalık, geceleri sessizdi. Kimilerine göre bir günde tüketilecek, kimilerine göre de hiçbir zaman tükenmeyecek bir diyardı. Gizli sandık gibiydi. Ne kadar görürsen o kadar bilirsin. Küçük olmasına küçüktü ama aynı elma şekeri tadında; yedikçe yiyesin gelir, gezdikçe gezesin gelir. Gezgin ruhuyla gezmek gerekir. Sabırla labirentin çıkışına ulaşınca şehir sana “yoruldun mu gezgin?” diye sorduğunda; ‘Evet yoruldum. Aynı senin yorgunluğun ve yaşanmışlığın gibi, yoruldum’ dedirtir.