25 Nisan 2009 Cumartesi

Ermeni sorunu ve Barack Hüseyin Obama

Barack Hüseyin Obama, Kenya asıllı Müslüman bir baba ile beyaz bir Amerikalı annenin oğlu olarak dünyaya geldi. Parçalanmış bir ailenin içerisinde büyüdü ve hayatı oradan oraya sürüklenerek zorluklarla geçti. New York’taki Columbia Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler okuyan Obama, Harvard Hukuk Fakültesi’ne 1988 yılında girdi. Çeşitli görevlerde bulunduktan sonra Haziran 2008’de Demokrat Parti’nin resmen başkan adayı oldu. Başkanlık seçiminde “Yes We Can” sloganıyla ‘değişim’ üzerinden siyasetini yürüttü ve 4 Kasım 2008’de seçimleri kazanarak, ABD tarihinde ‘ilk’lerin adamı oldu. Obama, görev başına geldiğinden beri sempatik tavırları ve konuşmalarıyla dikkat çekiyor. Beyaz Saray’a yerleşmesinin üzerinden uzun bir zaman geçmeden ilk denizaşırı seyahatini Avrupa ve oradan da Türkiye’ye yaptı. G-20 ile başlayan Avrupa ziyaretine NATO ile devam eden Obama, yoğun programına rağmen İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth’e bir iPod ile besteci Richard Rodgers imzalı bir şarkı kitabı hediye ederek, yine sempatik tavrını korudu. Avrupa’daki görüşmelerin ardından önemli kararlar alındı ancak bunlara değinmeden Obama’nın Türkiye ziyaretinden çıkan sonuçları ve bunların Ermeni meselesini nasıl etkilediğini masaya yatırmak istiyorum.

Obama’nın Türkiye ziyareti

Obama’nın bu ay Türkiye’ye düzenlediği ziyaret, 40 saatlik bir süreye sığdırıldı. Obama’nın konuşmalarındaki satır aralarına bakıldığında; Türkiye üzerinden Müslüman dünyasına ABD’nin “İslam ile savaş içinde olmadığına ve olmayacağına” dair mesajlar dikkat çekiyor. Batı ile Müslüman dünyasının ilişkilerini geliştirmek amacıyla bu adımları atmaktan geri durmayacak olan Obama’nın ABD’nin yitirdiği imajını tekrar onarmak için çalıştığı da aşikâr. ABD’nin çıkar ve amaçları doğrultusunda sağlam adımlar atacağa benzeyen Obama’nın bu tutumu, Türkiye’nin AB’ye alınmasına yönelik olumlu açıklamalar yapmasını sağlıyor. Bu nedenle Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy’den Obama’ya sert tepki gelse de ABD bu konunun üzerinde geri adım atmayacak.

Obama’nın TBMM’de grubu bulunan tüm siyasi parti liderleriyle de görüşmesi bir ‘ilk’i oluşturdu. Tabii ki bu durum Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) uluslararası arenada sahneye çıkarak, kalıcılığını ispatlamasına fırsat tanıdı. Diğer muhalefet partilerine de mesafesini eşit bir şekilde korumaya çalışan Obama’nın TBMM kürsüsünden indikten sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı öperek, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile sempatik bir ilişki kurması dikkatlerden kaçmadı. Bunun yanı sıra Recep Tayyip Erdoğan ve Barack Obama’nın Ayasofya’yı gezerken ‘Gli’ adında bir kediyi sevmesi de objektiflere yansıyınca bizim medya bir hafta boyunca kedinin şeceresini çıkararak, çarşaf çarşaf haber yaptı.


Basının eline öyle malzemeler geçti ki sempatik ve sıcak görüşmelerin arkasında hangi kararların alındığını sorgulamak rafa kalktı. Mesela dini liderlerin temsilcileriyle görüşen Obama, Fener Rum Patriği ile yalnız görüşmeyi tercih ederek, patriğe ayrıcalık tanıdı. Basına kapalı yapılan bu görüşmede Heybeliada Ruhban Okulu meselesinin gündeme geldiği belirtildi. Ama içeriden dışarıya daha fazla bilgi sızdırılmamasına özen gösterildi. Demokrasinin vazgeçilmez koşulu sayılan ‘çoğunluklar azınlıklara, azınlıklar da çoğunluklara bir üstünlük sağlayamaz’ ilkesi dikkate alındığında tabii ki azınlık haklarının eşit bir şekilde korunmasından yanayım ancak nedense bu konular üzerindeki gelişmeler kapalı kapılar ardında oluyor. Biz de toplum olarak merak etmiyoruz, bu da ayrı bir sorun teşkil ediyor.

Obama sempatizanlığı hat safhada


Bugüne geldiğimizde ise yine aynı yöntem uygulanıyor. Senatör Ted Kennedy'nin Beyaz Saray’a sürpriz ziyaretinde Obama’nın kızları Sasha ve Malia’ya hediye ettiği ‘Bo’ adlı köpekle Obama’nın arkaları dönük bir şekilde aynı adımı atarak yürüyüşleri medyanın gündeminden düşmedi. Bir taraftan da gazetelerin birçoğunda Barack Obama’nın eşi Michael Obama ile romantik bir şekilde dans etmesi ve kendi sandalyesini kendisinin taşıması gibi fotoğraflar sıklıkla yayınlandı. Kısacası tüm dünyaya Obama sempatizanlığı aşılanıyor.

Ermeni soykırımının olup olmadığı Obama’nın ağzından çıkan kelimeye mi kaldı?

Geçmiş konuları gözden geçirdikten sonra gelelim asıl konumuza. Her yıl olduğu gibi 24 Nisan Ermenilerin “Soykırımı anma günü” olarak kutlandı. Yine tartışmalar, Obama’nın yapacağı konuşmasında “soykırım” diyecek mi, demeyecek mi? şeklinde aldı başını yürüdü. Dün Obama ‘soykırım’ sözcüğünü kullanmadı ama "Meds Yeghern" (Büyük Felaket) demekle yetindi. Anlaşılan o ki başkanlık seçimlerinde “Ermeni soykırımı”nı tanıyacağına dair vaatlerde bulunan Obama’nın son zamanlarda Türkiye ve Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi için bir yol haritasının belirlenmesi ve ABD’nin de çıkar ve amaçlarının zedelenmemesi nedeniyle bu sözü kullanmadığı açıkça ortada. Bu durum Türkiye’de diplomatik başarı öyküsü olarak algılandı. Ancak ortada büyük bir sorun var ki o da şu: Bir tarihi olay bir kişinin ağzından çıkacak kelimelerle belirlenmeye çalışılıyor. Oysaki var olan tarihi belgelere dayandırılarak her iki tarafın da elinde olan bulguların tarafsız bir şekilde karşılaştırılmasıyla çözümlenebilecek bu durum, ısıtılıp ısıtılıp Türkiye’nin önüne bir tehdit unsuru olarak getiriliyor. 24 Nisan 2009 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir yazı dizisinde Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, eldeki belge ve bilgiler ışığında yanlış bulduğu noktaları şu şekilde anlatmış: “Batılı yazarların önemli bir bölümü 1915’teki Ermeni ayaklanmasının Osmanlı güvenliği için gerçek bir tehlike oluşturmadığını, Ermenilerin silah kullanımının bir avuç insanın ufak tefek olaylarıyla sınırlı kaldığını, Türklerin bu tehdidi çok abarttığını ve böylece Ermeni azınlığın çoğunluğunu “tehcir”, yani yerinden etme gibi bir kararın gereksiz olduğunu, ayrıca böyle bir uygulamanın örneği de bulunmadığını savunuyor ve görüşlerini yineleyip duruyorlar.” Görüldüğü gibi yapılan hatalar, tarihi o dönemin koşulları çerçevesinde değerlendirememek ve olaylara tarafsız yaklaşamamaktan kaynaklanıyor. Kararlılıkla üzerine gidildiğinde gerçeklerin çok net anlaşılabileceği bu sorun nedeniyle Türkiye’nin daha çok başı ağrıyacağa benziyor.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails