Italo Calvino, Tatar İmparatoru Kubilay Han ile İtalyan gezgin Marco Polo’nun bir satranç masasındaki diyaloglarına yer verdiği Görünmez Kentler’de Polo’nun gezilerine ağırlık veriyor. Hepsine birer kadın adı vererek “kurmaca kentler” yaratan Calvino, güçlü bir şekilde simge ve semboller üzerinden “semiyotik” (gösterge bilim) bir anlatımı tercih etmiş. Zekâ, strateji ve aldatma üzerine kurulu bir oyun olan satrançtan yola çıkarak, kitabı temel bir düzleme oturtan Calvino, dil cambazlığını iki güç üzerinden sergilemiş. Her oyunda olduğu gibi satrançta da insanlar birbirlerini tanımaya çalışır ve buna göre bir strateji belirler. Bu oyunda görünen güç Kubilay Han olmasına karşın zihinsel emeğiyle Marco Polo’nun Kubilay’ın önüne geçtiğini görüyoruz. Daha sonra Marco’nun karşısında öğrenci konumuna geçen Kubilay Han, zapt ettiği toprakları Marco’nun anlatımıyla tanıyınca sadece mekânların sahibi olmakla iktidar olunamayacağını anlıyor.
Kitaptan birkaç alıntı:
Mevsimler geçip yolculukları sürdükçe, Marco, Tatar dilini, çeşitli ulusların kullandığı deyimleri, kavimlerin lehçelerini öğrendi. Anlattıkları Yüce Han’ın isteyebileceğinden de kesin ve ayrıntılıydı artık ve Han’ın hiçbir sorusu yoktu ki cevaplayamasın, hiçbir merakı yoktu ki gideremesin. Ama gene de belli bir yerle ilgili bir bilgi, Han’ın kafasında, Marco’nun o yeri anlatırken kullandığı ilk jesti veya ilk nesneyi çağrıştırıyordu. Yeni veri o amblemle bir anlam kazanıyor ve birlikte ambleme bir anlam ekliyordu. Belki de imparatorluk, zihnin hayallerle yarattığı bir burçlar kuşağı sadece, diye düşündü Kubilay.
“Tüm amblemleri tanıdığım gün,” diye sordu Marco’ya “imparatorluğuma sahip olabilecek miyim nihayet?”
Venedikli: “Hiç heveslenme Hünkârım: O gün sen kendin amblemler arasında amblem olacaksın.”
Kitaptan birkaç alıntı:
Mevsimler geçip yolculukları sürdükçe, Marco, Tatar dilini, çeşitli ulusların kullandığı deyimleri, kavimlerin lehçelerini öğrendi. Anlattıkları Yüce Han’ın isteyebileceğinden de kesin ve ayrıntılıydı artık ve Han’ın hiçbir sorusu yoktu ki cevaplayamasın, hiçbir merakı yoktu ki gideremesin. Ama gene de belli bir yerle ilgili bir bilgi, Han’ın kafasında, Marco’nun o yeri anlatırken kullandığı ilk jesti veya ilk nesneyi çağrıştırıyordu. Yeni veri o amblemle bir anlam kazanıyor ve birlikte ambleme bir anlam ekliyordu. Belki de imparatorluk, zihnin hayallerle yarattığı bir burçlar kuşağı sadece, diye düşündü Kubilay.
“Tüm amblemleri tanıdığım gün,” diye sordu Marco’ya “imparatorluğuma sahip olabilecek miyim nihayet?”
Venedikli: “Hiç heveslenme Hünkârım: O gün sen kendin amblemler arasında amblem olacaksın.”
…
Marco Polo, tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor.
“Peki köprüyü taşıyan taş hangisi?” diye sorar Kubilay Han.
“Köprüyü taşıyan şu taş ya da taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi,” der Marco.
Kubilay Han sessiz kalır bir süre, düşünür. Sonra ekler:
“Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var, o da kemer.”
Marco cevap verir: “Taşlar yoksa kemer de yoktur.”
…
Polo: “Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: Cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: Sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.”