
Kaldırımlarını yapboz gibi söke çıkara oyun haline getiren ancak kaldırım mühendisleri yetiştirmesini de son derece iyi bilen bir milletiz biz. Hani derler ya kaldırımlar, medeniyetin göstergesidir diye. İşte aynen öyle; bizdeki kaldırımlar da gösteriyor medeniyetimizin seviyesini bütün delik deşiklik ve yüksekliğiyle… Hatırlıyorum da 1990’ların başında özellikle de yokuşlu sokaklardaki kaldırımlarda iki ya da üç basamaklı merdivenler vardı. Yürümeyi zorlaştıran bu tür kaldırımlarda az düşüp de dizimizi kanatmadık; yaraların kabukları soyuldu ama izleri hala duruyor…
Kaldırımları yiyerek, cadde ve sokakların iki yanında arabaların park halinde durması için hummalı çalışan belediye işçilerinin kullandıkları beton delme makinelerinin çıkardıkları sesler de insanları, hayattan bezdirmeye yetiyordu. Ben diyeyim yılda dört siz diyin beş defa bu işlemler, kararlılıkla devam ederdi. Bu zamana kadar asfalt yenilemesi, su ve kanalizasyon borularının değişmesi, elektrik kablolarının döşenmesi gibi gibi saymakla bitmeyecek bahanelerden kaldırımlar deşilerek, sokak yollarında çukurlar açıldı ve olanlar oldu… Bu çukurlara düşerek birçok insan yaşamını yitirdi. Talihsiz Orhan Veli Kanık da bu kişilerden biri değil miydi? Orhan Veli’nin hayatının en verimli döneminde daha nice serbest şiire imza atacakken 1950’de belediyenin açtığı posta çukuruna düşerek, hayatını kaybettiğini ne çabuk unuttuk…
Kaldırımları yiyerek, cadde ve sokakların iki yanında arabaların park halinde durması için hummalı çalışan belediye işçilerinin kullandıkları beton delme makinelerinin çıkardıkları sesler de insanları, hayattan bezdirmeye yetiyordu. Ben diyeyim yılda dört siz diyin beş defa bu işlemler, kararlılıkla devam ederdi. Bu zamana kadar asfalt yenilemesi, su ve kanalizasyon borularının değişmesi, elektrik kablolarının döşenmesi gibi gibi saymakla bitmeyecek bahanelerden kaldırımlar deşilerek, sokak yollarında çukurlar açıldı ve olanlar oldu… Bu çukurlara düşerek birçok insan yaşamını yitirdi. Talihsiz Orhan Veli Kanık da bu kişilerden biri değil miydi? Orhan Veli’nin hayatının en verimli döneminde daha nice serbest şiire imza atacakken 1950’de belediyenin açtığı posta çukuruna düşerek, hayatını kaybettiğini ne çabuk unuttuk…

Peki bunca musibetten sonra ders alındı mı? Tabii ki hayır! Dediğim gibi 1990’larda daha da bir arttı kaldırımları ve yolları deşme operasyonları… Kimi zaman asfaltla kimi zaman betonla doldurulmaya çalışıldı çukurlar… Ama her defasında yayalara inat, hep bir yüksek yapıldı kaldırımlar; engelliler, yaşlılar ve çocuklar da takılıp düşsünler diye… Ayrıca bu icraat, siyasetçilerin genel ve yerel seçimler öncesinde sığındıkları ucuz iş kotarma becerilerinden sadece biri. 2000’lere doğru İstanbul sokaklarında arabaların tek şerit halinde park edilmesi kuralının getirilmesinin ardından kaldırımlar, biraz genişletilse de yapboz oyunu bu; çok sevilmiş ki hala sürüyor. Halk arasında bir nasihat geliştirilmiş; işte vergilerimizin yol döngüsü sağlanıyor yalanı… Gerçi şimdi halı döngüsü sağlanıyor o başka. Dikkat etmişsinizdir, üst geçitlerde yumuşak bir zemin havası veren halıflekse benzer bir döşeme kullanılıyor. Ve her ne hikmetse bu döşemeler, dandik olmalarına rağmen durmadan değiştiriliyor. Yakında bakın görün kaldırımlara da bunlardan döşeyecekler; bittabi daha fazla birilerine para kazandırmak için…
Kaldırımların başka özellikleri de vardır: Gece gündüz fark etmeden şehir bekçiliği ve şahitlik gibi… Tıpkı Hrant Dink gibi sokak ortasında öldürülen nice gazetecinin zaptını tutar kaldırımlar, evsizlere sığınak olur, suçlu suçsuz birçok insanın ayak izini üzerinde bulundurur… Kimi zaman da arabaların altında can veren ölü kedilerin itildikleri kenardır… Kim bilir dile gelseler neler anlatırlar bizlere. Hoş izin vermezler ki; bu yapboz oyunu devam ettiği sürece…