4 Temmuz 2009 Cumartesi

Elektrik kesilirse…

Evde birilerinin olduğunu biliyordum. Zile bastım; apartmanın kapısı açıldı. İçeri girdim; birisi patates kızartmış, ağır kokuyu hemen aldım. Sonra eve girdim; holün ışığını yaktım. O, bu, şu derken ve aklımdayken renklileri çamaşır makinesine attım. Mutfağa geçtim, radyoyu ayarladım, en sevdiğim şarkıların çalındığı frekansı da buldum; bir taraftan salata için havuçları mutfak robotundan geçirdim. Bu iş de bitince itinayla hazırladığım lazanyayı fırına koydum. Artık yorulayım değil mi? Beklenen an! El oyalayan işlerden sonra yoruldum... Salona geçip televizyonun düğmesine bastım. Koltuğa kuruldum. Ev ahalisi de diğer odalarda kendi hallerinde takılıyordu. Ben de haberlere dalmış gitmişken maillerime bakmam gerektiğini hatırladım. İşte beklenen cevap gelmişti. Sonra dımdı dımdı dım!!! diye telefonum çaldı… Arayan evin şımarık çocuğu ağabeyim :-) Ben de hava bin beşyüz. Dayanamaz kendisi makarna türü yemeklere. “Maalesef yoksun şekerim! Fırındakinin tadına bakamayacaksın. Boşuna heveslenme” dedim ve telefonu kapattım. Bizimkinin aklı yemekte mi kaldı ne? Pattt! Elektrik kesildi. Öylece kalakaldım.

Her zaman holdeki dolabın üzerinde duran iki kollu şamdan ortalıktan kaybolmuştu. Neyse ki çakmağı buldum. Evin her yerini arandım tarandım. Sonunda şamdanın odadaki komodinin üzerinde durduğunu görünce hemen mumları yaktım. El feneri falan da var ama böyle zamanlarda aklıma direkt mum geliyor. Çamaşır makinesinde çamaşırlar, fırında da lazanya kaldı; iyi mi? Evdekiler hemen salona doluştu. Televizyon yok, internet yok... Kısacası bizi konuşmaktan uzaklaştıran hiçbir şey çalışmıyor. Bir daha gördüm ki her elektrik kesintisinde olduğu gibi “acaba ne zaman gelecek bu” diye birbirimize sorular sormaktan bıkmamışız. İsterse yarın gelsin dedim. Umrumda değil!.. Yapacak bir şey yok.


Mum ışığında evdekilerin yüzünü görmeye çalışırken duvarda kendi gölgemi görünce suratımda dehşetengiz bir ifade oluştu. Oysa çocukken her şey çok farklıydı. Birden gözümün önüne babamla oynadığımız gölge oyunları geldi. Babam, ellerimi avucunun içine alır, ellerimizin gölgesinden mum ışığında duvara karşı hayvan şekilleri çıkarmaya çalışırdı. Bir taraftan da “benim küçük kızım sakın büyüme” derdi. Ama her geçen gün büyüyoruz işte. Böyle zamanlarda bilmeceler anlatır, tekerlemeler söylerdi babam, güldürürdü bizi. Gerçi hala güldürüyor ama çocukken başka oluyormuş; bunu şimdi anlıyorum.


Yüzümdeki tebessümle eteğimdeki taşları dökmeye başlayınca bizimkiler de başladılar konuşmaya ve bizi bir gevezelik hali aldı gitti. Beş taş oynarken yaptığımız mızıkçılıklarımızdan lunaparkta atlıkarıncaya binmek için beklediğimiz sıralara, tek kanallı dönemde TRT’de yayınlanan korku filmlerinden “Neredesin” sorusunun cevabını almak ve vermek için cep telefonlarında uzun uzadıya gerçekleştirdiğimiz konuşmalara, çekirdek çitlerken yaptığımız muhabbetlerden teknolojinin gelişmesiyle iletişimimizin artık yerini sanal dünyaya bırakmasına değindik durduk. Yaklaşık iki saat geçtikten sonra elektrik geldi. Odalardaki bütün ışıklar birden yandı. Televizyon kendi kendine açıldı. Buzdolabı, fırın ve çamaşır makinesi çalışmaya başladı, wireless dalgaları eve yayıldı. Mumları tek tek söndürdük. Tekrar herkes kendi halinde bir köşelere çekildi. Başladı yine suskunluk sarmalımız...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails