
Bu ay hafif rüzgarlı, güneşin öyle çok yakmadığı bir gün boğaz turuyla İstanbul’un kıyılarını tek tek inceledim. Eminönü’nden yola çıkan vapur Üsküdar, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy, Kuleli Askeri Lisesi, Anadolu Hisarı’ndan Rumeli Hisarı’na geçerek Bebek, Arnavutköy, Ortaköy, Beşiktaş, Kabataş ve Karaköy’den kalkış yerine döndü. Sizi bilmem ama bana büyük bir keyif veriyor; İstanbul manzarasıyla göz banyosu yapmak. Ne de olsa bu kentin evladıyım; bir başka seviyorum şehrim İstanbul’u. Kendisiyle arada kavga etsek de barışmamız fazla uzun sürmüyor; her defasında hak veriyorum ben bu şehre. Ve karşılıklı konuşuyoruz, dertleşiyoruz İstanbul’la.
Köpük köpük dalgalanan deniz başımı döndürürken bu yolculukta, özellikle Kuzguncuk’tan başlayarak ormanla bütünleşen kıyılarda aynı elden çıkan evler, batıyor gözüme… Ormanın içine ev yapmak… Hakikaten düşündürücü. Nasıl bir imar iznidir bu; nasıl bir denetimdir? Yavaş yavaş ormanlık araziye karışan konutlar, bir sefer tası gibi yükseliyor. Biz uykudayken, işteyken, yolda yürürken, şehir turundayken oluyor bütün bu katliam; sessizce… Yok oluyor yeşili gitgide gözbebeğinin.
2010 Avrupa Kültür Başkenti ama bitmiyor İstanbul’umun inşası, ormanlarının katliamı, yol derdi. Üzerinde türlü türlü oyunlar oynanıyor. Herkes kafasına göre bir bir çivi çakıyor, 13 milyon nüfuslu sahipsiz şehrime. Bunun içindir ya sürekli şikayet ediyor İstanbul; gözleri dolu dolu olmuş gene görüyorum. Ağlıyor İstanbul; “duyun sesimi” diyor… Duymak ne kelime, daha çok yok ediyoruz, yağmalıyoruz elimizdeki güzellikleri…
2010 Avrupa Kültür Başkenti ama bitmiyor İstanbul’umun inşası, ormanlarının katliamı, yol derdi. Üzerinde türlü türlü oyunlar oynanıyor. Herkes kafasına göre bir bir çivi çakıyor, 13 milyon nüfuslu sahipsiz şehrime. Bunun içindir ya sürekli şikayet ediyor İstanbul; gözleri dolu dolu olmuş gene görüyorum. Ağlıyor İstanbul; “duyun sesimi” diyor… Duymak ne kelime, daha çok yok ediyoruz, yağmalıyoruz elimizdeki güzellikleri…

Türlü bahanelerle yıllardır sürekli karayoluna yapılan yatırımın kölesi oldu İstanbul. “Bu şehrin yolları rampalı, raylı sistemi kaldırmaz” diyerek, asfaltı döşedik; otobüslere yatırım yaptık, metrobüsü hayata geçirdik, hem de Hollanda’dan getirttik defolu araçları… Örnek almadık; rampalı yollarda dahi raylı sistemi hayata geçiren diğer ülkeleri. Burnumuzun dikine kendi bildiğimizi okuduk, hala da okumaya devam ediyoruz. Hem insanımıza hem İstanbul’a eziyet ediyoruz...
Şimdi de 3. köprüyü yapmaya çalışıyorlar bu şehre. Düşünün kuzeye daha kuzeye ‘açılımda’ bulunan bir İstanbul. Köprünün Tarabya-Beykoz güzergâhında inşa edileceğinin açıklanmasıyla İBB İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Şehir Planlama Müdürlüğü’nün projeyi onaylamadığı anlaşıldı. Müdürlükçe hazırlanan 1/100 bin Ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı Raporu’nda “Karayoluyla sağlanmış bir boğaz geçişinin İstanbul’un kentsel gelişimi açısından olumsuz sonuçları, Fatih Sultan Mehmet (FSM) Köprüsü geçişi sonrasında deneyimlenmiştir. İstanbul’un doğal eşikleri benzer bir süreci yaşayamayacak kadar hasar görmüştür” deniliyor.

Ayrıca raporda İstanbul genelinde demiryolu ve denizyolu ağırlıklı toplu taşıma sisteminin kurulması gerektiğine vurgu yapılarak, devletin kentin doğal tarihi yapısını bozacak kararlarından kaçınması gerektiğinin altı çizilmiş. Kentin kuzeye doğru büyümesi halinde çevresel sürdürülebilirliğin tehlikeye gireceğine dikkat çekilen raporda su toplama havza alanlarının ve ormanların daha fazla yok olmasına neden olacak gelişmelerden kaçınılması gerektiği de belirtilmiş. Yine köprünün bağlantı yollarının inşası sonrasında oluşacak kirlilik nedeniyle İstanbul’un içme suyu ihtiyacının yüzde 40’ını karşılayan Ömerli Barajı ile Elmalı Barajı’nın ciddi anlamda risk altında olduğu vurgulanıyor.
Bir taraftan TOKİ ve diğer girişimcilerin Çatalca, Silivri ve Büyükçekmece havzasının imara açılması için çalışmalar yürütmesi kulislerde dolaşan bilgiler arasında. Silivri’ye havalimanı yapılmak istenmesi ise bu planın boyutlarını bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Geçtiğimiz günlerde ormanlık alanlarda Ocak 2009’dan bu yana çalışma yapmaları yasaklanan madencilere yeniden ‘orman vizesi’ de verildi. Bu alanlarda maden arama ve işletme faaliyetini önleyen Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’a karşın yürürlüğe konan kararlar, beni ürkütüyor. Yangından mal kaçırır gibi alınan bu kararlara karşı gelebilecek sivil toplum kuruluşları ise parmakla sayılamayacak kadar az. Doğa Derneği ve TEMA Vakfı’nın göstermiş olduğu kararlı tavrını kutluyorum. Ancak toplumun bu gerçekleri, bir an önce görmesi gerekiyor. Yoksa İstanbul daha çok ağlayacak gibi duruyor…