
Johnny’nin akıllarda direkt bir hatlar karıştıran ve suçlu görüntüsü uyandıran afişteki duruşu, açıkçası yetmişti Public Enemies’i (Halk Düşmanları) merak etmeme… Bunun üzerine filmin hemen fragmanını izlemiş ve Depp’in canlandırdığı gerçekte de var olmuş John Dillenger karakterini yakından tanımaya çalışmıştım. Usta minimalist Michael Mann’in yönetmenliğini yaptığı bu filmde FBI ajanı rolündeki Melvin Purvis’i Christian Bale’in canlandırması ve Edith Piaf’ın hayatını anlatan La Môme (Kaldırım Serçesi) ile yakından tanıdığımız Marion Cottilard’ın da Billie Frechette karakteriyle karşımıza çıkması, haliyle filmden beklentileri yükseltmişti.
John Dillinger’ın 1933’te Indiana Eyalet Cezaevi’nden firarıyla başlayan film, Chicago Biograph Sineması’nda “Manhattan Melodrama”yı izledikten sonra caddede FBI ajanları tarafından vurularak öldürülmesiyle son buluyor. Dillinger ile ajanlar arasında yaşanan 14 aylık bir koşuşturma, başarılı bir bakış açısıyla kameraya çekilmiş. Klasik Amerikan gangster filmlerine başka bir açıdan yaklaşarak bugüne yorum getirmek için de önemli mesajlar içeren Halk Düşmanları’ndan beklentim karşılığını buldu diyebilirim.

Christian Bale
Hapishanelerden ‘şaka gibi’ kaçma eylemleri gerçekleştiren Dillenger’ın otoriteyle açık biçimde dalga geçerek, birçok insanın sempatisini kazanması, Türkiye’de benzer olayların yaşanması nedeniyle bize hiç yabancı gelmedi. Gazeteci Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca da 1979’da Maltepe Askeri Cezaevi’nden firar etmemiş miydi? Yine gazeteci Hrant Dink’in katili Ogün Samast da bazı çevrelerin sempatisini kazanmamış mıydı?
Bunların yanı sıra filmde akıllarda kalıcı birçok sahne mevcut. Dillinger'ın kendisinden son derece emin adımlarla elini kolunu sallayarak Chicago Polis Departmanı’na girerek, kendisini arayan özel ekibin yanı başında cirit atması, onlarla konuşması ve buna rağmen hiç kimsenin Dillenger’ı tanımaması filmin önemli sahnelerinden biriydi. Ayrıca hiç beklemediği bir anda sevgilisinin yakalanmasının ardından polisler tarafından fark edilmeyen Dillenger’ın arabayla gittikçe kendisinden uzaklaşan sevgilisine yönelttiği bakışlar ve kamera geçişleri de görülmeye değer. Dillinger’ın hapishaneden kaçarken kullandığı arabanın kırmızı ışığa takılmasını ve bu süre zarfındaki bekleme anını çarpıcı bir şekilde sahneye koyan Mann’in yönetmenliğine bir kere daha hayran kaldım.

Film boyunca Amerikan polisinin saç baş yoldurtan ahmakça tutumuyla dalga geçen Dillenger’ın yakalanması için özel olarak görevlendirilen Melvin Purvis’in temsil ettiği devlet güçlerinin finalde bir göçmen kadını tehdit ederek hedefe ulaşması, bugün de değişmeyen temel yargıları pekiştiriyor.
Amerika’da suç işleyen, suç üreten bu insanların ortak özelliklerinin sonuna kadar aşık olmaları, sevmeleri; en iyi giysiler giymeleri, son model arabalar kullanmaları ve her şeyden önemlisi hayattan zevk almayı bilmeleri ise filmde vurgulanmak istenen başka noktalar… Hızla kazandıkları parayı hızla yiyen bu gangsterlerden sadece biri olan Dillinger’ın ölüm anında söylediği kelimeler de filmin duygusal yönünü ortaya koymaya yetiyor: “Elveda Siyah Kuş”.