
Güneş, bu hafta bir başka doğdu İstanbul'un 'arka sokakları'nı içinde barındıran semti Tarlabaşı'na... Uykularından resim yapacak olmanın heyecanıyla kalkan Tarlabaşılı kadınlar, bir taraftan okula gidecek olan çocuklarını hazırlayıp, günlük işlerini tamamlarken bir taraftan da akıllarında 'nasıl fırça tutup resim yapacağız?' sorusunun cevabını aradı… 2003 yılından bu yana Mardin, Diyarbakır, Batman, Kars ve Sulukule’de kadınlarla çalışmalar yapan ressam Su Yücel bir ay öncesinden çalmış mahalle kapılarını tek tek; kadınların umutlarını, özlemlerini, kaygılarını kısacası hissettiklerini resim aracılığıyla dile getirebilmek amacıyla… Farklı coğrafyadan gelmiş, Tarlabaşı’nda tutunmaya çalışan, hayatında hiç fırça tutmamış, resim yapmamış kadınlar, söz vermişler; başta çekingen yaklaştıkları projede yer almak ve aynı amaç etrafında resim yapmak için…
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında Tarlabaşı Toplum Merkezi ile ortak yürütülen projede sanatçı Su Yücel, daha önceki deneyimlerini bölgede yaşayan Roman, Kürt, Türk, Afrika kökenli kadınlarla paylaştı. Bir hafta boyunca devam eden proje çerçevesinde oturdukları mahallenin sokaklarında renk renk boyalarla kumaşlar ve tefler üzerine hayallerini, yaşadıkları sorunları ve semtlerini resmeden kadınların Su Yücel ile birlikte gerçekleştirdikleri çalışmalara misafir oldum. Daracık sokakların bir ucundan diğer ucuna koşan çocukların gürültüsü, meraklı bakışlar, halledilmesi gereken işler özetle hiçbir şey engel olmamış kadınların resim yapmasına… Bu çalışmada resimlerini büyük bir titizlikle, kimi zaman fırçasıyla kimi zaman elleriyle ve düşünceli bir halde kaldırım taşlarının üzerinde yapan kadınların yüzlerinde beliren gülümseme ise görülmeye değerdi…

‘Çocukken hepsi resim yapmak istemiş’
Proje, 23 Ekim’de Tarlabaşı Sakızağacı Caddesi’nde gerçekleştirilen “Sokak Sergisi” ile noktalandı. Bir haftanın sonunda ortaya çıkan eserler, Tarlabaşı’yla özdeşleşen, ‘camdan cama’ asılan çamaşır iplerinde ve sokak duvarlarında sergilendi. Yapılan çalışma, aynı zamanda “Damsız Adsız” adlı bir belgesel filmin de konusu olacakmış.
Gezdiği illerde kadınlarla birlikte karşılıklı bir paylaşım içerisinde olduğunu ve bu durumun bir sanatçı olarak hem kendisini hem de resmini zenginleştirdiğini dile getiren Su Yücel, resim sanatının hayattan kopuk olmadığını ifade ediyor ve ekliyor: “İstanbul’daki kadınlar vakitlerinin olmadığından şikâyetçi. Doğu’daki kadınlar hayatı daha sakin yaşıyorlar. Tarlabaşı’nda daha çok ‘ben elime hiç fırça almadım ve resim yapamıyorum’ diyen kadınlar oldu ve birçoğu bu nedenle projeye katılmadı. Buradaki kadınların birçoğu çocukken resim yapmak istemiş. Ayrıca burası çok fazla göç aldığı için herkesin duygu ve düşüncesi çok farklı. Mesela bir kadın ‘burada dürüstlük yok’ diyor, bir diğeri de ‘ben hiç deniz görmedim’ diyor. Oysa deniz yanı başında”.
Kadınların gözüyle Tarlabaşı…
30 yıldır Tarlabaşı’nda oturan 56 yaşındaki ev kadını Saliha, hayatında ilk defa resim yaptı: “Teflere resim yapmak çok güzel bir duygu. İnsan eline tefi alınca çalıp oynamak istiyor... Tefi elime alıp, şarkı söyledim; “Bu kimin doni, kaynanamın doni…” diye. Ne çizeceğimi düşünürken, ‘ne istersen onu çiz’ dediler. Ben de kaynanamın donunu çizdim. Çocuklarımı ve sokağımızı da çizdim. Resim yapmak o kadar da zor değilmiş bunu anladım”.
Hayallerini resimlerine yansıtan 45 yaşındaki ev kadını Gülay Yıldırım ise çevre kirliliğine dur demek amacıyla renkleri konuşturdu: “En çok sokağın pis olmasından şikâyetçiyim. Ben resmimde çiçek çizdim. Sarı çiçek… Tertemiz, çiçekli bir bahçem olsun isterdim. Ancak saksıda çiçek yetiştiriyorum. İkizlerim, bir de oğlum var; resmimde onları da çizdim. Aslen Giresunluyuz biz. Burası çok kalabalık geliyor bana. Fırçayla kolay çizemedim, bunun için ellerimi kullandım; parmaklarımla boyadım resmimi”.
Doğup büyüdüğü topraktan, Mardin’den İstanbul’a gelen 36 yaşındaki ev kadını Zelal de yaşadığı şehri bir türlü sevemediği için memleketine olan hasretini dile getirmiş resimlerinde: “Bu şehri hiç sevmedim, çok kalabalık geliyor bana. Çocuklarımı Mardin’de büyütmek isterdim. Ben resim yapamadım ama yazı yazdım. Mardin’i özlediğimi baskı yoluyla yazdım. Baskı daha kolay; boyuyorsun sonra beze bastırıyorsun”.