31 Ekim 2009 Cumartesi

Brazzaville in İstanbul

Brazzaville’in eski ve yeni parçalarından oluşan “Brazzaville in İstanbul”, adından da anlaşılacağı üzere tüm kapıları İstanbul’a açıyor… Ömrünü tamamladı, tamamlamadı tartışmalarının ardından içinde benim şehrimin tınılarının gezdiği bir albüme imza atan Brazzaville, yeniden sahnede; Türkiye’nin yeni kuşak müzisyen ve gruplarını da yanına alarak. 2005 yılında İstanbul’a ilk kez gelen söz yazarı, besteci, vokalist David Brown ve ekibi, ilk görüşte aşık olunca bizim kıza, en sevdikleri şarkıları 123, Kim Ki O ve Norrda gibi Türk ekiplere yeniden kaydettirmiş.

San Francisco doğumlu olan ancak yaşamak için Barselona’yı seçen David Brown’ın müzikal kimliğine de şöyle bir göz gezdirdiğimizde biriktirdiği parayla bir saksafon satın alarak, başta Hindistan, Güney Amerika ve Avrupa’yı turlayan ve dünyasını değiştiren bir müzik adamının başarısı öne çıkıyor. ABD’de Beck ve Siouxe Sioux gibi isimlerle çalışan Brown, saksafonu bırakıp akustik gitara geçtikten sonra grubu Brazzaville’i 1997’de kurdu. İlk albümleri 2002’nin ardından, Somnambulista, Rouge On Pockmarked Cheeks, Hastings Street, East L.A. Breeze ve 21st Century Girl ile hayranlarının karşısına çıkan grup, alternatif rock türlerini Akdeniz ve Pasifik atmosferiyle kaynaştırıyor. Bir indie pop rock grubu olan Brazzaville’i yakından görmek ve dinlemek isteyenlere ise güzel bir haber var. Grup, 5-6 Kasım’da Babylon’da! http://www.brazzaville-band.com/

24 Ekim 2009 Cumartesi

Tarlabaşılı kadınlar hayallerini resmetti

Güneş, bu hafta bir başka doğdu İstanbul'un 'arka sokakları'nı içinde barındıran semti Tarlabaşı'na... Uykularından resim yapacak olmanın heyecanıyla kalkan Tarlabaşılı kadınlar, bir taraftan okula gidecek olan çocuklarını hazırlayıp, günlük işlerini tamamlarken bir taraftan da akıllarında 'nasıl fırça tutup resim yapacağız?' sorusunun cevabını aradı… 2003 yılından bu yana Mardin, Diyarbakır, Batman, Kars ve Sulukule’de kadınlarla çalışmalar yapan ressam Su Yücel bir ay öncesinden çalmış mahalle kapılarını tek tek; kadınların umutlarını, özlemlerini, kaygılarını kısacası hissettiklerini resim aracılığıyla dile getirebilmek amacıyla… Farklı coğrafyadan gelmiş, Tarlabaşı’nda tutunmaya çalışan, hayatında hiç fırça tutmamış, resim yapmamış kadınlar, söz vermişler; başta çekingen yaklaştıkları projede yer almak ve aynı amaç etrafında resim yapmak için…

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında Tarlabaşı Toplum Merkezi ile ortak yürütülen projede sanatçı Su Yücel, daha önceki deneyimlerini bölgede yaşayan Roman, Kürt, Türk, Afrika kökenli kadınlarla paylaştı. Bir hafta boyunca devam eden proje çerçevesinde oturdukları mahallenin sokaklarında renk renk boyalarla kumaşlar ve tefler üzerine hayallerini, yaşadıkları sorunları ve semtlerini resmeden kadınların Su Yücel ile birlikte gerçekleştirdikleri çalışmalara misafir oldum. Daracık sokakların bir ucundan diğer ucuna koşan çocukların gürültüsü, meraklı bakışlar, halledilmesi gereken işler özetle hiçbir şey engel olmamış kadınların resim yapmasına… Bu çalışmada resimlerini büyük bir titizlikle, kimi zaman fırçasıyla kimi zaman elleriyle ve düşünceli bir halde kaldırım taşlarının üzerinde yapan kadınların yüzlerinde beliren gülümseme ise görülmeye değerdi…


‘Çocukken hepsi resim yapmak istemiş’

Proje, 23 Ekim’de Tarlabaşı Sakızağacı Caddesi’nde gerçekleştirilen “Sokak Sergisi” ile noktalandı. Bir haftanın sonunda ortaya çıkan eserler, Tarlabaşı’yla özdeşleşen, ‘camdan cama’ asılan çamaşır iplerinde ve sokak duvarlarında sergilendi. Yapılan çalışma, aynı zamanda “Damsız Adsız” adlı bir belgesel filmin de konusu olacakmış.

Gezdiği illerde kadınlarla birlikte karşılıklı bir paylaşım içerisinde olduğunu ve bu durumun bir sanatçı olarak hem kendisini hem de resmini zenginleştirdiğini dile getiren Su Yücel, resim sanatının hayattan kopuk olmadığını ifade ediyor ve ekliyor: “İstanbul’daki kadınlar vakitlerinin olmadığından şikâyetçi. Doğu’daki kadınlar hayatı daha sakin yaşıyorlar. Tarlabaşı’nda daha çok ‘ben elime hiç fırça almadım ve resim yapamıyorum’ diyen kadınlar oldu ve birçoğu bu nedenle projeye katılmadı. Buradaki kadınların birçoğu çocukken resim yapmak istemiş. Ayrıca burası çok fazla göç aldığı için herkesin duygu ve düşüncesi çok farklı. Mesela bir kadın ‘burada dürüstlük yok’ diyor, bir diğeri de ‘ben hiç deniz görmedim’ diyor. Oysa deniz yanı başında”.

Kadınların gözüyle Tarlabaşı…

30 yıldır Tarlabaşı’nda oturan 56 yaşındaki ev kadını Saliha, hayatında ilk defa resim yaptı: “Teflere resim yapmak çok güzel bir duygu. İnsan eline tefi alınca çalıp oynamak istiyor... Tefi elime alıp, şarkı söyledim; “Bu kimin doni, kaynanamın doni…” diye. Ne çizeceğimi düşünürken, ‘ne istersen onu çiz’ dediler. Ben de kaynanamın donunu çizdim. Çocuklarımı ve sokağımızı da çizdim. Resim yapmak o kadar da zor değilmiş bunu anladım”.

Hayallerini resimlerine yansıtan 45 yaşındaki ev kadını Gülay Yıldırım ise çevre kirliliğine dur demek amacıyla renkleri konuşturdu: “En çok sokağın pis olmasından şikâyetçiyim. Ben resmimde çiçek çizdim. Sarı çiçek… Tertemiz, çiçekli bir bahçem olsun isterdim. Ancak saksıda çiçek yetiştiriyorum. İkizlerim, bir de oğlum var; resmimde onları da çizdim. Aslen Giresunluyuz biz. Burası çok kalabalık geliyor bana. Fırçayla kolay çizemedim, bunun için ellerimi kullandım; parmaklarımla boyadım resmimi”.

Doğup büyüdüğü topraktan, Mardin’den İstanbul’a gelen 36 yaşındaki ev kadını Zelal de yaşadığı şehri bir türlü sevemediği için memleketine olan hasretini dile getirmiş resimlerinde: “Bu şehri hiç sevmedim, çok kalabalık geliyor bana. Çocuklarımı Mardin’de büyütmek isterdim. Ben resim yapamadım ama yazı yazdım. Mardin’i özlediğimi baskı yoluyla yazdım. Baskı daha kolay; boyuyorsun sonra beze bastırıyorsun”.

11 Ekim 2009 Pazar

Broadway, kafamızı karıştırıyor

Bu ara dikkat etmişsinizdir birçok Türk oyunu Broadway’de sahne alıyor. Örneğin Genco Erkal’ın “Marx in Soho / Marx Soho’da” adlı tek kişilik oyunu New York’ta sahnelendi, Yakup Almelek’in kapitalizmi eleştirdiği “The Businessman / İş Adamı” adlı oyunu, Amerikalı oyuncular tarafından İngilizce olarak 15 Ekim’de Broadway’de sahnelenecek ve Ege Üniversitesi tarafından hazırlanan "Sarı Zeybek" de önümüzdeki günlerde Broadway’de izleyiciyle buluşacak. Ancak Broadway denildiği zaman ABD’nin New York kentinde Manhattan bölgesinde yer alan tiyatro ve konser salonlarıyla dolu cadde gözlerimizin önüne geliyor. Ve bu caddede yer alan her tiyatro, kapsamları farklı olduğu için “Broadway”, “Off Broadway” ve “Off-off Broadway” olarak adlandırılıyor. Bazı haberlerde bu oyunların tam olarak nerede oynandığına dair hiçbir bilgiye yer verilmemiş. Dolayısıyla bu da kafa karışıklığına yol açıyor. Bu nedenle konuyu biraz açmak istedim…


1925 yılında cadde üzerinde yer alan tiyatroların oyunlar için yaptıkları harcamaların milyonlarca doları bulması ve dünya ekonomik krizinin patlak vermesi nedeniyle 1929’da birçok tiyatro kapatıldı. 1980’li yıllara kadar tiyatroların sayıları gittikçe azaldı ve az masraflı “Off” tiyatrolara geçildi. Bu tiyatroların alanları diğerlerine göre daha küçüktür. Ancak “Off Broadway” de masraflı olmaya başlayınca butik tiyatro anlamına gelen “Off off Broadway” tiyatrolara geçildi. 50-150 kişilik salonlarda izleyiciye iddialı oyunlar sunan bu tiyatroların bütçeleri ise oldukça azdır. Bizdeki Dot ya da Altıdan Sonra Tiyatro gibi düşünebileceğimiz bu tiyatroların giriş ücretleri de her cebe uygundur…

10 Ekim 2009 Cumartesi

Umut etmeli ‘Barış’ı

Aylık kültür sanat dergisi “İnsancıl”ın ekim sayısının sayfalarını şöyle bir karıştırırken Meryem Oruç’un savaşı konu alan şiiri gözüme takıldı. Bir umut ya işte; barışı gönülden isteyen insanlar, savaşın teslim olmasını bekler durur. Oruç da bu beklentisini dile getirmiş şiirinde. Bir an için bile olsa savaşsız bir dünya düşünebileceğimizi hayal ettiriyor bizlere. Yüzyıllar boyunca çeşitli sebeplerden de olsa görüyoruz ki savaş hiçbir zaman durmadı, teslim olmadı; insanlık olarak teslim olmasına asla izin vermedik… O taraftan bakınca ütopik geliyor değil mi; “savaşın teslim olmasını” düşünmek bile… Her şey insanda bitiyor sözünden yola çıkıp; yine de umut etmeliyiz barış dolu günleri bence…

Savaş teslim olur

Biçiliyor insan ölümle
Dil el silahlı
Tükendi ölüleri sarmalayacak toprak
Bitmedi insanın iştahının savaşı
Çözmeliydi bu sorunu
Daldı biçilen yaşamlara
Önce tüketmeliydi içindeki kini
Sakladı ellerini elbisesinde
Durdu zaman parmak aralarında
Takıldı soluğu yaşamın
Ya ölmeliydi sıradanlığı
Ya hapşırıp bitirmeliydi savaşı
Sonra silahsız dönmeliydi insana
Yapabilmeliydi yapardı istese deyip
Açtı yüzünü tükenen toprağın
Ölülerin utancından
Hapşırıp teslim oldu savaş

Meryem Oruç

7 Ekim 2009 Çarşamba

Booker Hilary Mantel'in

Britanyalı edebiyatçı, kısa öykü yazarı ve eleştirmen Hilary Mantel, “Wolf Hall” adlı kitabıyla dünyanın en önemli edebiyat ödüllerinden biri olan Man Booker’ın sahibi oldu. İngiltere’de ve dünyada tarih romanlarıyla tanınan Mantel, bu kitabında Kral VIII. Henry dönemindeki siyasi entrikaları anlatıyor. 50 bin sterlinin (yaklaşık 128 bin TL) sahibi olan Mantel, ‘longlist’te yer alan favori isimlerin başında geliyordu. Yine Mantel’in adı eylül ayında açıklanan ‘shortlist’te geçiyordu. Önceki gün açıklanan Uluslararası Booker Ödülü'nün sahibi ise Kanadalı yazar Alice Munro oldu. 77 yaşındaki Munro, 13 adayı geride bırakarak ödüle ulaştı...

4 Ekim 2009 Pazar

Direnistanbul

Dış ses: Hımm… ‘direnistanbul’!.. Ne yapmaya çalışıyor bunlar?

İç ses: Gelişmelerden haberin yok galiba. Nerede yaşıyorsun; uzayda mı?

Dış ses: Geçen gün İstiklal’de gördüm bu takımı. Ellerinde evleri ve davullarıyla dans ederek eylem yapıyorlardı? Destekçileri de onları alkışlıyordu. Hepsi çok tuhaf geldi bana.

İç ses: eee… Görmüşsün işte. Ne anlattıklarını anlayamadın mı hâlâ?

Dış ses: Eylem yaparak bir şeyleri değiştirebileceklerini mi zannediyorlar? Konuya vâkıf değilim ancak her türlü örgüte ve eyleme karşıyım.

İç ses: Ne istiyorsun peki ‘dış egemen ses’? Sessiz kalıp üzerimizde oynanan oyunlara göz yumulmasını mı? Şimdi sen ‘oyun mu, o da ne?’ falan dersin. Yeri geldiğinde ‘bidon kafa’ yeri geldiğinde de ‘göbeğini kaşıyan adam’ derler sonra sana alimallah… İstemezsin herhalde böyle anılmak. O halde açmak lazım sana konuyu açmak…

Dış ses: Hıı… Eğer bunların dertleri, IMF ile Dünya Bankası’nın 2009 yıllık toplantısını İstanbul’da yapacak olmalarıysa; buna hepten karşıyım. O kadar kriz yaşadık. Bakalım, ne kararlar alınacak? Binlerce kişi İstanbul’a gelmiş; oteller dolmuş. Bu da aynı reklamlardaki gibi ‘Alın, verin, ekonomiye can verin’ demek… Para demek, para…

İç ses: Evet, bu toplantıya ve beraberinde sermayenin dayatmalarına karşı çıkıyorlar; kapitalizmin talan ettiği yaşamsal konulardan biri olan barınma ve kamusal alan ihtiyaçlarını dile getiriyorlar. Yaşadıkları kentin anti-demokratik bir biçimde bölge halkına sorulmadan değişime, dönüşüme uğratılmasını protesto ediyorlar. Kim oldukları önemli değil. Birilerini uykularından uyandırmaları bile önemli değil mi sence?

Dış ses: Beşer şaşar; bu konu da beni aşar… Ben yavaştan kaçar…

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails