1 Ocak Sabah: Yeni bir yılın ilk gününe yataktan hiç kalkmamak istercesine kısık bakan gözlerle uyandım. Açıkta kalan donmuş ayaklarımı ısıtabilmek için gardıroptan bir çift çorap aldım. Ve balkonlardan atılan bardaklar, içki şişeleri gözlerimin önüne geldi birden. Dün gece nasıl uyuduğumu dahi hatırlamıyorum. Gerçekten çok ilginç!
Akşam: Saat 20.00’de sokakta oynayan çocuk kalmadığından kedilerin hışır hışır sesler çıkararak, çöp poşetlerini karıştırmalarını izledim.
2 Ocak Sabah: Otobüse binerken ‘s’ harfini bastırarak ‘Bismillahirrahmanirrahim’ diyen yaşlı teyzenin kendisine yer veren delikanlıya yol boyunca anlattığı hikâyelere kulak kabarttım. Anladığım kadarıyla teyzeyi uzunca bir süre kimse dinlememiş.
Akşam: Anahtarımı evde unuttuğum için kapıda kaldım. Kapıyı açacak hiç kimsem olmadığından çilingir çağırdım. Ve nihayetinde yorucu bir günün ardından eve ayak basabildim.
3 Ocak Sabah: Rüyamda hızlı trenle Eskişehir’e doğru yol alırken kaza geçirdiğimi gördüm. Sol tarafımdan kalktım, başım fena halde ağrıyor. Sanırım işe geç kaldım.
Akşam: İş çıkışı İstiklal’de yürürken yıllardır görmediğim ortaokul arkadaşımla karşılaştım. Leylek’te saatlerce konuşup, eski günleri andık; okuldan kaçtığımız günleri, sıranın altına sakladığımız çekirdekleri öğretmene çaktırmadan çit çit çitlememizi, sıkıcı matematik derslerinde gerçekleştirdiğimiz koyu sohbetleri… Yıllar nasıl da hızlı geçiyor böyle.
4 Ocak Sabah: Apartman kapısını birisi açık unutmuş olacak ki sokaktan içeri bir yavru kedi girmiş. Bir kat yukarı çıkarak kapımın önüne gelen tekir kediyi görünce hemen içeri aldım. Sıcak bir evde, ilk kez bir insan evladının avuçları arasında sevilmenin vermiş olduğu keyif, yavrunun gözlerinden okunuyordu. Artık bir can yoldaşım var.
Akşam: Bütün gün bilgisayar karşısında vakit öldürdüm. Yazışmalar, toplantılar, tartışmalar, hesaplar, ayarlar… Çok yoruldum galiba.
5 Ocak Sabah: Büyük bir gaflette bulunup basküle çıktım. Beş kilo aldığımı görünce rejim yapmaya karar verdim.
Aksam: Almanya’nın Hamburg kentinde yapılan araştırmalarda birçok erkeğin Türkiye’den kadınlarla evlenerek, onları evlere hapsettikleri ve canları sıkıldığında dövdükleri bilgisine ulaşılmış. Bu nedenle şehirdeki kadın sığınma evlerinde en çok Türk kadınlar kalıyormuş. Bu habere uzunca bir süre takıldım. Canım sıkıldı. Sanki aynı durum benim ülkemde hiç yaşanmıyormuş gibi...
6 Ocak Sabah: Hava çok soğuk. Nefes alıp vermekte zorlanıyorum. Burnum akıyor ama yanımda kâğıt mendilim bile yok.
Akşam: Sola dönüş sinyalini yakan sürücünün sağa dönmesine gel de sinirlenme!
7 Ocak Sabah: Çiçeklerimin hepsini sevdim ve menekşelerime su verdim. Eminim çilli begonya da balkona güzel bir hava katacak.
Akşam: Alt komşum Ayla Abla, çat kapı geldi. O da benim gibi bekâr ama gece hayatını oldukça sever. Ben ise eve çok düşkünüm. Neyse neşe ve efkârla dolu saatlerce iki lafın belini kırdık.
8 Ocak Sabah: Sabah saat 05.00’te kalktım. Hiç huyum değil ama radyoyu açtım. Ocağa koyduğum sütü taşırdım. Can havliyle ateşi söndüreyim derken bardağı kırdım. Daha önce sakar olduğumu hiç söylemiş miydim?
Akşam: İşyerinden bir arkadaş, okuyacak tek bir kitabı olmayan Muşlu öğrencilere ulaştırmak üzere bir kitap kampanyası düzenliyor. Yıllardır kütüphanemde gözüm gibi sakladığım José Mauro De Vasconcelos'un “Şeker Portakalı”, Jostein Gaarder’ın “Sofi’nin Dünyası” ve Sait Faik Abasıyanık’ın “Alemdağ'da Var Bir Yılan” adlı kitaplarını yarın arkadaşıma vermek üzere bir kenara ayırdım.
9 Ocak Sabah: Bugün hava güneşli. Dışarısı soğuk ama güneş az da olsa soğuğu kırıyor. Ama yine de saçlarımı iyi kurutmalıyım. Bir taraftan haberleri de dinlemek istiyorum. İşe gitmeye az bir zaman kaldı. Giderayak televizyondaki haberde gördüğüm mecliste milletvekilleri arasında yaşanan ağız dalaşı moralimi bozmaya yetti. Söylene söylene evden dışarı çıktım.
Akşam: Başım ağrıyor. Eve gelir gelmez üzerimi değiştirip hemen uyudum.
10 Ocak Sabah: Dün güneşli olan hava bugün aksine kapalıydı. Belli ki kar yağmaya devam edecek. Boğazlı kazağımı geçirdim üzerime, kot pantolonumu ve uzun çizmelerimi giydim. Deri eldivenlerimi taktım. Atkımı da sıkıca boynuma doladım. İçi kürklü paltomun içinde kaybolarak, verdim kendimi soğuk havaya…
Akşam: Bu geceyi Ayla Abla’yla geçireceğim için patates kızartmasının yanına köfte yapayım dedim. Eve gitmeden önce Naim Efendi’ye uğradım. Yarım kilo kıyma çekerken, Anadolu özlemiyle yanıp kavrulan Naim Efendi, doğup büyüdüğü yerleri anlatıyordu bana. Uzun zaman olmuştu kasaba gitmeyeli. Güler yüzlü insanlarla sohbet etmeyeli uzun zaman olmuş.
11 Ocak Sabah: Uykumdan aniden uyandım. Tazyikli bir su sesi beynimde uğulduyordu. Mutfağa gittim ve bir de ne göreyim? Evi su basmış. Dün yatmaya yakın sular kesilmişti. Yan komşu musluğunu açık unutmuş ne yazık ki ve komşunun kapısına vurmama rağmen kimse kapıyı açmadı. Vanayı çevirdim su kesilmiyor. Komşulardan yardım istedim ve en sonunda ana vanayı kapatmak zorunda kaldık. İşe gitmem gerekiyor.
Akşam: Eve geldiğimde vana yapılmıştı. Ancak mutfak batmış durumda beni bekliyordu. Hemen camları açıp evi havalandırdım. Ortalığı topla, o, bu, şu derken hiç halim kalmadı.
12 Ocak Sabah: Bugün cumartesi. Ve ben cumartesileri bir başka severim.
Akşam: İstanbul trafiğinde bisiklet turu yapmaya çalıştım. Parantez içinde çalıştım diyorum çünkü neredeyse 10 kaza atlattım diyebilirim. Bu kadar mı zor bu ülkede bisiklet kullanmak?
13 Ocak Sabah: Almanya’dan gelen arkadaşlarına İstanbul’u gezdiren dostumun “sen de bizimle gelsene” diye başlayan teklifini geri çevirmedim. Beşiktaş’tan saat 09.00’da kalkan vapura zar zor yetiştim. İstikamet, Anadolu Kavağı. Orada beni bekleyen arkadaşlarla önce Ceneviz Kalesi’ne çıktık sonra da bir güzel balık ziyafeti çektik.
Akşam: Eve çok geç geldim. Yarın yine iş. Bu kadar çabuk geçmek zorunda mı zaman?
14 Ocak Sabah: İstiklal’de yürürken ayakkabımın topuğu kırıldı. “Nasıl oldu?” demeyin sakın! Oluyor işte ben de anlamadım. Hemen bir mağazaya girip ayakkabı almaktan başka çıkar yolu yoktu ben de gereğini yaptım.
Akşam: Bir an önce yatağın içine girip uyumak istiyorum.
15 Ocak Sabah: Planlar, planlar, planlar… Her gün kesinlikle unutulmaması gereken yapılacakların listesini çıkaran bir insan olarak çok mu nevrotik ya da takıntılı biri olduğumu sorgulamadan edemiyorum. Aklımdan bin bir türlü şey geçiyor ve sonra ne düşünmüştüm ben şimdi diye kendi kendime sorular soruyorum. Normal bir durum mudur bu? Bunu sorgulamaktan da sıkıldım. Bir de yaptığım listede bana okuduğumda neşe katsın diye tumturaklı kelimeler kullanma endişelerimden fena halde sıkıldım. En iyisi bu listeyi düzenli bir şekilde büyük bir sabırla hazırlamak. Yoksa ben kafayı yiyeceğim. Bu da hiç iyi olmayacak. Neredeymiş benim renkli kalemlerim?
Akşam: Duvara diktim ayaklarımı, kan damarlarımdan geri geri gidiyor, hissediyorum derinlemesine... Soğuk duvar ve sıcak ayaklar temas halinde; bir ısı alışverişi. Topuklu ayakkabılar, ‘bu kadar mı’ bir insanın canını acıtır. Bende de hata; “Giyersen ince ve uzun topuklu ayakkabıları olacağı budur işte”. Ama gün geçtikçe ben bu ayakkabılara daha çok alışıyorum bu sefer de düz ayakkabı giyemiyorum. Ne olacak şimdi?
16 Ocak Sabah: Düzenli bir şekilde spor yapmaya karar verdim. Uykumdan daha erken kalkıyorum. Artık yarım saat sahile doğru her sabah koşuyorum. Gerçekten güne kanlı canlı başlamama yardımcı olan bu spor, bana çok iyi geliyor. Ağaran günün ilk saatlerinde yol boyunca uyuklayan kedilerin keyifli hallerine, esnafın telaşla dükkânlarının kepenklerini açmalarına, ilkokul öğrencilerinin boylarından büyük çantaları taşıyarak hızlı adımlarla okula gitmelerine bu gözler şahit olunca yaşamak ve nefes almak ne güzel şey diyorum.
Akşam: Allah kahretmesin! Sabah giydiğim ince çorap kaçmış. Ve bütün gün kaçık çorapla o yerden bu yere koşturdum. İnanamıyorum. En sinir olduğum şey, neden hep benim başıma gelir? Ve niye kimse çorabımın kaçtığını bana söylemez…
17 Ocak Sabah: Uykum kaçtı. Saat 03.00. yatağın bir ucundan bir ucuna döne döne uyumaya çalıştım ama cıkkk, mümkünü yok. Uyuyamıyorum! Bütün bunlar adaçayını uykudan önce içmemden kaynaklanıyor. Her defasında yorgunluğumu alsın diye içerken bu çayı, uykum kaçıyor.
Akşam: Dışarıda sağanak var; yanımda yine şemsiyem yok. Oysa dün hava yağışlı olacak diye baston şemsiye taşıyan ben, bugün üşendiğim için yanıma almadım canım şemsiyemi. Trafik kilit, taksiler insanlardan kaçıyor, sokaklarda in cin top oynuyor. Oflaya puflaya da olsa Akaretler’den Rumeli caddesine yürüyerek gitmek zorundayım ve maalesef.
18 Ocak Sabah: Zannedersem hastalanıyorum. Dünkü yağmur ve soğuk oldukça çarptı beni. Sıcacık suyla banyo da yapmak beni kendime getirmeye yetmedi. Twillight’taki Cullen ailesini bu kadar eleştirirken onlar gibi oldum. Betim benzim soldu. Gittikçe vampirleşiyor muyum ne?
Akşam: Şimdilik sabah ki solgun halimden daha iyi gibi görünüyorum. Evde kalıp dinlenmek, aldığım ilaçlar, buharı üzerinde içtiğim ıhlamurlar, dostlarımın ilgi ve alakası beni kendime getirdi nihayetinde. Yarın yine iş, yazışmalar, koşuşturmacalar, sinirlenmeler; tam bir kafa ütüleme sendromu. Kendimi kütüphaneye kapatıp saatlerce hiç çıkmamacasına kitap okumak istiyorum iyi mi? Kitap okuyup, uyuklamak, kitap okuyup, uyuklamak… Çok mu şey istiyorum hayattan?
19 Ocak Sabah: Bir insan bu kadar mı meraklı olur hayattaki her şeye karşı. Ne geldiyse başıma zaten bu meraktan geldi. Yazın tatilde bir yolunu bulup yamaç paraşütü yapmalıyım. Televizyonu açar açmaz karşımda yamaçtan atlayan sporcuyu görünce çok fena canım çekti.
Akşam: Arkadaşlarla pijama partisi yapmaya karar vermiştik. O gün işte bu gün oldu. Toplanma alanı tabii ki benim ev. Okey masasının başında gırla muhabbet, arada taş çalmalar ve sinir sinir ‘okey bende’ demeler… Neşe tavan yaptı sessizlikle arkadaş olmuş evimin her köşesinde.
20 Ocak Sabah: “Display all images”ın üzerine tıklasam da hiçbir şey görünmüyor sayfada. Dün akşam arkadaşlarla çektirdiğimiz fotoğrafları taşınabilir belleğime kaydedeceğim ama hiçbiri açılmıyor. Yine kafasına bir şey düştü herhalde benim bilgisayarın. Alet, çalışmamak için direniyor. Sonunda da bana kafayı yedirtecek o başka. Hıh! çalışır gibi oldu. Bizim cadılara işin yoksa gel de laf anlat.
Akşam: Yine çok yorgun hissediyorum kendimi. Çalışmak ruhuma aykırı diye ben boşuna söylemiyorum her defasında. Yazın da tatil yapmadım zaten. Kesinlikle bu yaz Büyülü Karya turuna çıkmalıyım. Bunları düşünmek, hayaller, planlar, düşünceler, Ne oldu bana?
21 Ocak Sabah: Koşmaya devam. Kronometrem iyi çalışıyor. Saniye saniyesine dikkat ederek devam ediyorum koşmalarına. Kilo vermek için değil; sağlıklı yaşamak için bütün bu çabam ama bakmayın tabii üç kilo da vermişim Vücudumda kas oranı arttı; oh ne ala.
Akşam: Bu akşam illaki arkadaşım bize gel diye üsteledi ama hiç halimin olmadığını söyledim. Dünden kalma bir yorgunluk yine çökmüş omuzlarıma ne yapsam gitmeyecek anlıyorum zamanla.
22 Ocak Sabah: Sıcak simit, çay ve krem peynir… Bir taraftan kahvaltı yapıp bir taraftan da gazeteleri okurken seri ilanlar gözüme ilişti. Tek tek inceledim hepsini de yurdum insanının alt tarafı telefonlara bakacak bir kişi için akla hayale sığmayan özellikler aradığını görünce sinir tepeme yuva yaptı.
Akşam: Aklımdayken kırtasiyeden karton, zarf, sim, yapıştırıcı ve el işi kâğıdı aldım. Kendimi ilkokuldaki gibi hissettim. Chicago’daki arkadaşıma elle yapılmış bir kartpostal göndermek istedim. Çok zamandır yazışamıyoruz; eminim bu sürprizim hoşuna gidecek.
23 Ocak Sabah: Sonunda yavru kediye bir ad bulabildim: Püskül. Gerçi gün geçtikçe yavruluktan çıkıyor. Püskül, bu sabah beni uykumdan uyandırmayı başardı. Tam saatinde mamasını vermediğim için patileriyle başıma dokunmalar, üzerimden atlamalar, çekmeceleri karıştırmalar gibi daha saymakla bitiremeyeceğim hallere girdi. Sonunda da amacına ulaştı.
Akşam: Ray Bradbury’nin “Fahrenheit 451” adlı kitabında olduğu gibi kitapları istemeyen, düşüncelere tahammül edemeyen ne çok insanımız var. Televizyonda haberleri izlemek istemiyorum bu gece. Yapacak başka şeyler bulsam iyi olacak.
24 Ocak Sabah: Tam otobüs durağına adım atacakken Beşiktaş otobüsü önümden “vınnn!” diye geçti. “Geçmiş olsun bana” diyerek durakta yerimi aldım. Yarım saat kuru soğukta beklemem yetmiyormuş gibi beklediğim otobüse bindikten beş dakika sonra otobüs kaza yaptı. Neyse ki kimseye bir şey olmadı. Başka bir otobüse binerek, yine güne geç başlamanın şerefine erdim bugün de.
Akşam: Nasıl hızlı geçiyor günler; inanın hiç anlamıyorum. Yeni bir yıla girdik ve 24 gün de üzerine yaşadık. Bugün işleri bir türlü yetiştiremediğim için evde çalışmak zorundayım. Üzerinde çalıştığım konu hakkında araştırmalarım hala devam ediyor. Sanırım çok geç yatacağım.
25 Ocak Sabah: Buzdolabının kapağını açtığımda yiyecek hiçbir şeyin olmadığını görmek bozdu yine sinirlerimi… Kahvaltıyı ofiste yapmaya karar verdim. Akşam markete gideceğimden uzun bir alışveriş listesi hazırladım. Yumurta ve yağ almayı kesinlikle unutmamalıyım.
Akşam: Kollarım ağrıdı poşetleri taşımaktan. Hepsini tek başıma taşırım zannetmiştim ama yanılmışım. Püskül için, ton balığı aldım. Bakalım ilk kez yiyeceği yeni mamasını beğenecek mi hanımefendi?
26 Ocak Sabah: Ocak ayında olsak da büyük bir ısrarla sabah koşmalarıma devam ediyorum. Deniz havası, martılar ve vapurlar… Eve dönerken gazetelerimi de aldım kolumun altına. Yarım saatimi haberlere ayırırsam, yarım saatte de giyinirsem herhalde işe yetişebilirim tam zamanında.
Akşam: Cumartesi günleri çalışmayı sevmiyorum ama bugün hızlı geçti. Gerçi hafta sonları çalışmıyorum ama arada katılmam gereken toplantılar oluyor. Bugün de o toplantılardan birinde yer almam gerekiyordu. İş çıkışında arkadaşlarla iyi vakit geçirebileceğimiz bir mekâna gittik.
27 Ocak Sabah: Telefonumun sesine uyandım sabah. Arayan çok sevdiğim arkadaşım Nejla’ydı. Günübirlik Ankara’ya gideceklerini söylemek ve benim de bu geziye katılıp katılamayacağımı sormak için aramış. Bir an duraklayıp düşündükten sonra “tamam cicim; geliyorum sizinle” dedim. Ve düştük yollara.
Akşam: Otobüsle gittik Ankara’ya. Birçoğu Ankara’da yaşayan üniversiteden tanıdığımız arkadaşlarımıza sürpriz yaptık. Şehri zaten hepimiz bildiğimiz için sık sık takıldığımız mekânlara gittik, koyu sohbetlerin yanı sıra birbirimizle özlem giderdik.
28 Ocak Sabah: Pazartesi sendromu diye buna derler; daha ofise gitmeden oflayıp, puflamaya başladım. Henüz rujumu sürmeden, ojelerimin kurumasını beklemeden kısacası kendimi hazır hissetmeden güne başlamayı sevmiyorum.
Akşam: Yeni yıla girer girmez kar yağmaya başlamıştı. Arada hava sıcaklığı yükselse de bugün yine dışarıda lapa lapa kar yağıyor. Kaldırımın üzerine küçük bir kardan adam yapmadan eve gitmemeye kararlıydım. Havanın soğukluğuna aldırmadan ilk defa doğru düzgün bir kardan adam yapmayı başardım.
29 Ocak Sabah: Bu ara ne kadar çok hasta oluyorum. Boğazımda bir kuruluk, baş ağrısı ve üşüme. Yerimden kalkmaya hiç halim yok. Şapkasız dün soğuk havaya aldırmadan ısrarla dışarıda kaldığım için bütün bunlar geldi başıma: Çok fena üşüttüm.
Akşam: Ayla Abla’yı da korkuttum şimdi. Başına iş çıkardım kadının. Hasta olduğumu söyler söylemez hemen yanıma geldi. Yaptığı sıcak çorba ve verdiği ilaçların hiçbiri beni kendime getirmeye yetmedi.
30 Ocak Sabah: Bütün gece Ayla Abla başımda bekledi. Bendeki boğaz ağrısı da yerini öksürüğe bıraktı. Halsizlik ve üşümem de devam ediyor. En sonunda Ayla Abla doktoru çağırdı. Saatlerce beni muayene eden doktor giderken de uzun bir reçete yazdı.
Akşam: Doktorun yazdığı tüm ilaçları aldık. Hepsini günde iki defa yani sabah ve akşam almak gerekiyormuş. Öksürük şurubunu hiç sevmem. “Gerçekten içmek zorunda mıyım bu şurubu?” diye söylenerek, reçetede yazan tüm ilaçları zamanında aldım.
31 Ocak Sabah: Bugün biraz daha iyiyim. Galiba ilaçlar işe yaradı. Hastalığı tam olarak üzerimden atana kadar bu ilaçları kullanacakmışım. Ayla Abla da sabah akşam telefonla arayarak ilaçları alma saatimi bana hatırlatıyor. Birazdan da yanıma gelecek zaten. Bugün de işe gidemeyeceğim.
Akşam: Pencere kenarına kuruldum; sehpanın üzerinde fincanda çayım ve elimde kitabım. Sırtımda hırkam, hafiften öksürüyorum ama sabahki halimden de daha iyiyim. Püskül de kurulduğu koltuktan gözlerini bana dikmiş bakıyor. Sanırım yarın ofise gidebileceğim. Ancak şimdi dinlenmenin keyfini çıkarmalıyım; değil mi ama?
MİNE ÖZDEMİR