17 Mart 2010 Çarşamba

Marilyn Monroe neden öldü?

“Marilyn’i Kurtarmak”, 1960’ların Hollywood’u ile psikanalizin ilişkisini anlatırken Marilyn Monroe’nun fotoğraflardaki hüznü hakkında da ipucu veriyor.

MİNE ÖZDEMİR

Mavi renkli örtüyle kaplanmış bir yatakta yüzü çarşafa dönük bir şekilde ve sağ elinde telefon ahizesi, Los Angeles’taki evinde ölü bulundu Marilyn Monroe. Tarih, 5 Ağustos 1962... Bugün hala 20. yüzyılın en ünlü sinema yıldızı, seks tanrıçası ve pop ikonunun ölümünün ardındaki sır perdesi aralanmadı.
Monroe’nun ölümü kayıtlara ‘aşırı dozda uyku hapından kaynaklanan muhtemel intihar’ olarak geçse de; ölüm sebebi üzerine pek çok spekülasyon yapıldı, komplo teorileri oluşturuldu. Peki gerçekten Marilyn, ölüme giden yolu kendisi mi seçmişti; yahut onu bu yola hayatında derin izler bırakan kişi ya da kişiler mi itmişti? Onu, Marilyn Monroe olma zorunluluğu mu öldürmüştü; yoksa kullandığı ilaçlar ya da bitmek bilmeyen psikanaliz seansları mı?
İşte tam da bu noktada Michel Schneider’ın “Marilyn’i Kurtarmak” adlı kitabı, tüm bu sorulara cevap araması ve psikanalizle sinema arasındaki ayrılmaz bağları sorgulaması açısından ilginç...

Ölümcül bir çekim

Schneider’a 2006 Interallie Ödülü’nü kazandıran romanın olay örgüsünü, Marilyn Monroe ile son psikanalisti Ralph Greenson arasında 1960 Ocak’ından 4 Ağustos 1962’ye dek yaşanan ve Freudcu psikanaliz yöntemin sınırlarını aşan ilişki oluşturuyor.
Beyazperdede rol yapabilmesi, sevebilmesi ve ölmemesi için Hollywood psikanalisti Greenson’a ihtiyaç duyan Marilyn, ölüme giden yolu ve bu yolda ona eşlik eden kişiyi kendisi seçmişti. Tüm dünyanın beraber olmak istediği yıldızın özellikle son yıllarında Greenson yanındaydı. Seanslarda sadece konuşmayı tercih eden psikanalist, Marilyn’in yalnız kaldığı zamanlarda kendisine bir şey yapmasından endişelendiği için ona bir aile ortamı sağlamaya çalışıyordu. Hatta kitapta Greenson’ın Marilyn’i sık sık karısı ve çocuklarıyla beraber yaşadığı kendi evine davet ettiğini de görüyoruz. Ama Marilyn’i içinden çıkarmaya çalıştığı o girdaba her gün bir adım daha yaklaştıran Greenson olmuştu. Marilyn’in büyüsüne kapılan psikanalist; bilmeden, ama şiddetle arzulayarak, ölümcül bir çekim oyununda bulmuştu kendisini.
Tarihte kimi zaman geriye dönerek, kimi zaman da sona çok yaklaşarak Marilyn’in kameralara yansımayan yaşantısının anlatıldığı kitapta, okur kendisini 1960 Los Angeles’ında, 1948 Viyana’sında ve 1955 New York’unda bulabiliyor. Kitapta Kennedy kardeşler, Anna Freud, Truman Capote, Clark Gable, Frank Sinatra, Arthur Miller’ın etrafında dönen, psikanaliz ve beyazperde, şefkat ve tutku arasında yaşanan ilişkiler yumağı da tek tek çözülüyor.


Kara vezirlere karşı

Roman; bir taraftan Hollywood ve psikanaliz ilişkisini anlatırken, diğer taraftan sarışın seks sembolünün fotoğraflardaki hüznünün nedenleri hakkında da ipucu veriyor. Aktris sonu başından belli olan satranç oyunlarında hep beyaz vezir olarak, siyah vezirlere karşı verdi mücadelesini. Belki de bu yüzden kendisi için ‘platin sarısı saçlı’ denilmesini istedi. Ama seçme şansı yoktu, kamera onu arzulamadığında dehşete kapılan, kendisine odaklandığında aklını kaçıran genç bir kadına dönüşüyordu. Tek çaresi düşlerindeki Marilyn’i beyazperdeye yansıtmaktı.
Öldüğünde 36 yaşında olan aktris, sinema hayatı boyunca hakkını vererek oynadı ‘sarışın, güzel ama aptal kadın’ rolünü... Ancak bunun ötesinde Marilyn’in içinde bambaşka bir kadın nefes alıyordu. Kameraların algılayamadığı, derinlemesine yansıtamadığı bu kadının kafasındaki sabit düşünceyi de kitaptaki sayfalarda okuyabiliyoruz: “Güçlü biri, karşılaştığı insanların yaşamlarını sonsuza dek değiştirecek, önemli ve gizemli bir figür olmak”. Marilyn’in amacına ulaştığını da kanıtlayan bir roman “Marilyn’i Kurtarmak”.

Milliyet Kitap'tan

Pilobolus'dan insan harfler!

Pilobolus Dans Tiyatrosu’nun üyeleri, vücutlarının tüm esnekliklerini kullanarak alfabede yer alan harfleri oluşturdular. Çocukların alfabeyi daha rahat öğrenebilmesi için hazırlanan "The Pilobolus Human Alphabet" kitabında yayınlanacak olan harfleri fotoğraf sanatçısı John Kane ile işbirliği içerisinde 6 dansçı, bedenleriyle tek tek yaptı. Daily Telegraph gazetesinde yer alan haberde 26 pozisyona giren sanatçıların bu çalışmasının dört gün sürdüğü vurgulanıyor. John Kane, en zor C ve R harflerini fotoğrafladığını söylüyor ve harflerin hiçbirinde Photoshop kullanmadığını özellikle belirtiyor. Ben de bu harfleri kullanarak aşağıdaki yazımla da bağlantılı bir şekilde şunları demek istedim:



Yasak, kardeşim yasak!

Hepimizin bildiği üzere Türkiye'de çok uzun zamandır bir “Youtube” yasağı var. Türkiye'de interneti zapturapt altına almak düşüncesiyle, adeta yangından mal kaçırırcasına 5651 No'lu yasa hazırlanmıştı. Yasa, Bilişim STK'larının tüm itirazlarına rağmen seçim öncesinde, hızlıca Meclis'ten geçirildi. İki yıldır uygulanan yasa, çocukları korumanın yanında müstehcenlik, kumar, bahis gibi bir kaç suçu içinde barındırdığına dair yeterli şüphe sebebi bulunan yayınların erişiminin engellenmesini ön görüyor. Son anda Atatürk ile ilişkin suçlar da buraya eklendi. Bilindiği gibi "Youtube" 05.05.2008 tarihinde sakıncalı bulunan 10 video nedeniyle 5651 No'lu yasa yoluyla tedbir olarak kapatıldı. Söz konusu videoların bazıları “Youtube” tarafından tamamen kaldırıldı. Bazılarının ise sadece Türkiye'de erişimi yasaklandı. Bu şu demek oluyor: Yasaklama olmasa bile Türkiye'ye ait bir IP'den bu videoları görmek mümkün değil.

Şu zamana kadar tam olarak ne kadar web sitesinin yasaklandığını kimse bilemiyor ama İnternet Teknolojileri Derneği'ne göre 6 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu nedenle her geçen gün bizim bilmediğimiz ancak Google'da arama yaparken gözümüzün önüne "Bu site mahkeme kararıyla kapatılmıştır" ibaresi gelebiliyor. Artık bu duruma şaşırmamak lazım!

Şöyle bir baktığımız zaman “Youtube”dan başka “wordpress.com”, “geocities.com”, “richarddawkins.net”, “sites.google.com”, “myspace.com”, “last.fm” gibi sitelerin pek çok kez kapandığına şahit oluyoruz. Şu dönemde bazıları açık, bazıları da ilelebet kapalı görünüyor bu sitelerin. Evet, DNS ayarları değiştirilerek yasaklı sitelere erişilebiliyor ama bu durum yasakların hala uygulandığı gerçeğini değiştirmiyor. İnternet yasakları, birkaç kitap yüzünden bir kütüphaneyi kapatmak, bir program nedeniyle bir televizyon kanalının bir gün boyunca yayınını durdurmak kadar adaletsiz ve kamu yararına aykırı bir durum.

Şu günlerde yurtdışındaki ve yurtiçindeki yayın organlarında AİHM'nin verdiği toplam 12 bin 198 hak ihlali kararının 2 bin 295’inin Türkiye’ye ait olduğuna dair haberler dikkat çekiyor. Rapora göre, Türkiye “Adil yargılanma hakkı”nın ihlali konusunda ilk sırada yer alıyor. 2010 Ocak ayı itibariyle mahkemenin önünde bulunan 119 bin 300 dosyanın, 13 bin 100 adedini Türkiye aleyhine yapılan başvurular oluşturuyor. Buna göre mahkemenin baktığı her 9 davadan biri Türkiye ile ilgili. İfade özgürlüğü de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin önemli maddelerinden biri ve üzülerek belirtiyorum ki; Türkiye bu maddeden de oldukça mahkûm oldu. AİHM, ifade özgürlüğünün devletin veya halkın bir bölümünü inciten, şoke eden, rahatsız eden haberler ve düşünceler için de uygulandığını belirtmiş.

Yine mahkeme, internetin büyük miktarda bilginin saklanmasını, sunulmasını, yayılmasını ve halkın bu bilgi ve haberlere erişiminde önemli rol oynadığını kabul ediyor. Velhasılıkelam 21. yüzyıl dünyasında milyonlarca insanın ifade özgürlüğünü hiçe sayarcasına bu tür uygulamaları faaliyete geçiren, yasakçı zihniyeti kınıyorum. Bir an önce yasakların önüne geçilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılmasını umutla bekliyorum!..

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails