19 Kasım 2011 Cumartesi

"Delirmek en çok kadınlara yakışıyor"


 Fotoğraf: Hüseyin Özdemir

Mine Söğüt, yeni kitabı “Deli Kadın Hikâyeleri”nde, kadınlıklarını bir lanet gibi sırtlarında taşıyan, deliliğin sınırlarında gidip gelen farklı hayatlar üzerinden kuruyor öykülerini.


MİNE ÖZDEMİR

Birbirine zıt ama bir o kadar da kaçınılmaz bir şekilde birbirine bağlı iki kavramdır doğum ve ölüm. İşte bir bilinmeyenden gelinen ve bir bilinmeyene gidilen bu yolda son kitabı “Deli Kadın Hikâyeleri”ni temellendiren Mine Söğüt, kadınlıklarını bir lanet gibi sırtlarında taşıyan, deliliğin sınırlarında gidip gelen hayatlar üzerinden öykülerini kuruyor. Kapak resmi ve çizimleri yazarın eşi karikatürist Bahadır Baruter’e ait olan kitapta, 21 delilik hikâyesi yer alıyor. 
Mine Söğüt, öykülerin her birinde içlerine açılan kapıların arkasına saklanan kadınların delirerek bedenlerinden dışarı açtıkları pencerelerden baktırıp, düş ile gerçeğin iç içe geçtiği farklı hayatlarla bizleri buluşturuyor.

* Kitapta bin bir türlü kadın halleriyle karşılaşıyoruz. Ama en belirgini delilik... Sizi bu hikâyeleri yazmaya yönlendiren iç ses neydi?
Deliliğin o benden çok uzak gezegenini hep merak ederim. Hikâyelerimi, bu merakın peşine takılıp, delirmek üzerine kurguladım. Ve fark ettim ki delirmek edebi açıdan en çok kadınlara yakışıyor. O yüzden hikâyelerdeki kahramanlar, hep kadın oldu. Bu yakışmanın da sanırım tek nedeni var: Doğurganlık. Kadın doğurganlığı nedeniyle erkekten farklı refleksler ediniyor. Aslında, içinde bulunduğu sosyal sistem müsaade etse erkekle her konuda eşit olabilir. Ama doğurganlık, bu eşitliği bozan ve kadını herhangi bir insan olmaktan çıkarıp 'kutsal' anne olmaya 'terfi' ettiren bir rütbe. Bu rütbenin dayattığı sorumluluklar kadını hep delilik uçurumlarının kenarlarında gezdiriyor. 

* Satırlarda kadının toplumda hak ettiği değeri görememesi nedeniyle yaşadığı felaketleri okuyoruz. Ve çoğu zaman bu felaket, ölüm oluyor. Kadın, neden size ölümü çağrıştırıyor?
Kadınlık değil ama delilik ölüme çok yakın bir ruh hali. Hayat aslında bizi “sağlam ve canlı” kalmaya programlıyor. Delirdiğiniz zaman bu program bozuluyor. Bir deli her şeyi isteyebilir. Ölümü bile! O yüzden hikâyelerdeki kadın kahramanlar ölüm sınırında yaşıyor… Her an o sınırın ötesine geçebilirler. 

* Toplumun kadına karşı bakış açısını sorgulayan bir yazar olarak Türkiye'de kadınların yaşadıkları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Kadın veya erkek fark etmiyor, kendi ellerimizle özene bezene kurguladığımız bu hayat 'kötü'. Hem bu ülkede hem de tüm dünyada bu böyle. Teknolojide bu kadar ilerleyebilen insanlığın 'insanlıkta' herhangi bir ilerleme kaydedememesi bu konuda bir isteği olmadığının işareti. Çünkü ben tanrı denen şeyin külliyen 'istek' olduğuna inanırım. Biz ne istersek o olur. Ve biz böyle bir hayat istiyoruz. Savaş kendi kendine çıkabilen bir şey değil. Bunların müsebbibi ilahi bir irade değil bizzat insani irade. O yüzden kadını, çocuğu, yoksulu, deliyi, azınlığı ya da güçsüzü tarif eden biziz. Biz tariflerimizi değiştirsek bu tariflere denk gelen hayatların kaderi de değişir. 

* Kimi zaman düşsel bir yolculukta gezinen okur, bir cümlenin dürtüsüyle kendisini gerçek hayatın içinde bulabiliyor. Okura kurduğunuz bir tuzak mı bu?
Evet, yazarken masamı düşle gerçek arasındaki köprüye yerleştiriyorum. Çünkü 'gerçek hayat' da bizzat o köprünün üzerinde cereyan ediyor. Eğer ortada bir tuzak varsa bu benim bir yazar olarak okura kurduğum bir tuzak değil, bizzat hayatın kendisinin biz insanlara oynadığı tuhaf bir oyun.

* Karakterlerin çoğu umutsuz ve hayata küs insanlar. Bu özellikler günümüz insanını yansıtıyor aslında. Karakterlerinizi hangi zamana oturtuyorsunuz?
Benim kahramanlarım her ne kadar çağdaş olsalar, bugün ve burada yaşasalar da, aslında her zaman her yerde yaşamış olabilirler. Delilik sadece çağımızın, ya da bu coğrafyanın belası değil. İnsanın kadim belası. İnsan her çağda külliyen umutsuz ve hayata küs… 

* "Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey" isimli romanınızın kahramanı, bir kadınadam olan Madam Arthur Bey burada da çıkıyor karşımıza...
Son romanın kahramanı Madam Arthur Bey aslında önce bu kitaptaki hikâyenin kahramanıydı ve bambaşka bir karakterdi. Romanda aynı isimle farklı bir karakter olarak yeniden yaratıldı. Yani hikâyedeki ve romandaki kahramanlar arasında bir ismi ortaklaşa kullanmak dışında hiçbir akrabalık yok. 


"Aklı başındalık hikâye için geçerli değil"

* "Deli Kadın Hikayeleri"nde kendi hayatlarını yaşamak isteyen insanların iç dünyalarına yol alıyoruz. Bu gerçekten mümkün mü?
Aslında hiç kimsenin kendi hayatı söz konusu değil. Tek bir hayat var ve hepimiz bu hayatın bir köşesine ilişmiş yaşıyoruz. Sorun insanların çoğu kez kendi köşeleriyle yetinmeyip ya da bu köşelere sığamayıp başkalarının köşelerine tecavüz etmeleri. 'Kendi hayatını yaşamak' başkalarını umursamamak değil aksine başkalarını fazlasıyla umursamak anlamına geliyor. Ve bu tabii ki mümkün. Yeter ki isteyelim…

* Peki, başka hikâyeler okuyabilecek miyiz sizden?
Hikâye yazmak roman yazmaktan çok farklı bir süreç. Romanın dayattığı o olmazsa olmaz 'aklı başındalık' hikâye için geçerli değil. Arada sırada aklımın başımdan gitmesi beni rahatlatıyor, o yüzden hikâye yazmaya da devam ediyorum. Bir gün yeniden bir dosya oluşturduklarında onlar da kitaba dönüşeceklerdir mutlaka! 

Milliyet Kitap

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails