18 Şubat 2010 Perşembe

İntikam soğuk yenen bir yemektir


John Grisham, “Sakin Cennet”te aynı mekânda geçen ancak birbirlerinden bağımsız öykülere yer vererek, okuyucuyu Mississippi topraklarında zamansız bir yolculuğa çıkarıyor.

MİNE ÖZDEMİR

Yaşadığınız kentte, bölgede ya da mahallede sizinle aynı havayı soluyan, aynı yollarda yürüyen veya aynı marketten alışveriş yapan insanların her şeyden bağımsız kendi dünyalarında neler yaşadıklarını bir düşünün. Parçaları her tarafa yayılan yapbozu tamamlarken karşınızda ölümü an be an damarlarında hisseden bir mahkûmun, işsiz bir gencin, iflah olmaz bir kumarbazın yaşam mücadelesini de görebilirsiniz; davaları kazanmak için her şeyi göze alan bir avukatın, gece vardiyasında birtakım işler karıştıran hastabakıcının veya yıllar sonra doğduğu topraklara geri dönen bir AIDS hastasının iç dünyasına da yol alabilirsiniz. Sağlam temellere oturtulmuş olay örgüsüyle bir taraftan düşünce sınırlarını zorlayan bir taraftan da tüm gerçekliğiyle hayatın içinden insanların dünyalarına kapı aralayan “Sakin Cennet”, yoğun bir anlatım tekniğiyle kaleme alınmış öykü içinde öykülerle okurun elinden düşüremeyeceği bir kitap.

Ölümle sonlanan öyküler

Eski bir hukukçu olan Amerikalı yazar John Grisham, yedi kısa öyküyü bir araya getirdiği “Sakin Cennet”te ABD’nin Mississippi eyaletindeki Ford bölgesinde meydana gelen olaylara ve birbirlerinden habersiz insanların yaşamlarına büyüteç tutuyor. “The Firm” (Şirket) ve “The Client” (Müşteri) gibi romanları beyazperdeye uyarlanan yazar, okuru 1989 yılında yayımlanan ilk romanı “A Time to Kill”in (Öldürme Zamanı) geçtiği yere geri götürüyor. Romanlarında genellikle çokuluslu şirketlerin kendi içlerindeki hesaplaşmalarına, büyük ölçekli ve ses getiren kamu davalarına, hukuk ve siyaset dünyasına yer ayıran yazarın bu kitapta yine odaklandığı konulardan uzak durmadığı dikkat çekiyor.

Toplumsal ve psikolojik sorunlara göndermeler yaparak, hikâyelerinin birçoğunu ölümlerle sonlandıran Grisham, özellikle “Raymond’un Sonu” ve “Tuhaf Oğul”da okuru “Ben onların yerinde olsaydım ne yapardım?” sorusunun cevabını bulmaya yöneltiyor. Yazar, öykü kahramanları arasında gerçekleşen diyalogların ve detaylı betimlemelerin ağır bastığı hikayelerinde zaman kavramının uzağında yol alan karakterlerin dış dünyalarına da ayna tutuyor, kimi zaman hüzünlendiren kimi zaman da meraklandıran geniş bir yelpazede özgün örnekler veriyor.

Ertelenmiş hayatlar

“Sakin Cennet”te yer alan “Kan Bağışı” adlı ilk öyküde birçok toplumda sorun oluşturan bir yaraya parmak basan Grisham, bir inşaat iskelesinin çökmesiyle ağır yaralanan bir gencin içinde bulunduğu durumun yanı sıra, bu gence acil kan bağışında bulunmak için yola çıkan Fordlu üç delikanlının başından geçen olayları aktarıyor. Öyküleri okurken, 72 yaşında tekerlekli sandalyeye bağlı yaşayan, üç çocuk annesi Inez’in, en küçük oğlu Raymond’un işlediği suçlar nedeniyle idama mahkûm edilirken yaşadığı acılara da ortak oluyoruz.

“Eski Dosyalar” adlı öyküde başkalarının çözümsüz sorunlarıyla meşgul bir avukat olan Mack Stafford’un yürümeyen evliliğinden kurtulmak ve yeni bir hayata ‘merhaba’ diyebilmek için neleri göze alabildiğine kafa yorarken; bir yandan da kahramanın Filipinler’deki iş bağlantısını ilgiyle okuyoruz. Kitapta ayrıca başlarına gelen kötü olayları unutmayan, sorumlu kişilerden günün birinde öç almayı kendisine görev bilmiş öykü kahramanlarının psikolojik dünyaları da okura aktarılıyor. Her insanın bir gün toplumsal gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacağının vurgulandığı “Sakin Cennet”, okura ‘ertelenmiş hayatların pençesinde kalan bireylerin iç hesaplaşmalarla nereye kadar gidebileceklerini’ sorgulatan bir kitap.

Milliyet Kitap'tan

Hayat karnaval olsa!

Almanya'nın Köln kentinde başlayan karnavaldan birkaç kareye Detail Points'te yer vermek istedim.

İtalyanca “ete veda” anlamına gelen ‘Carne Vale’den oluşan kelimeye her ne kadar dini manalar yüklense de "karnaval" tarihten günümüze farklı biçimlerde çıkmış ortaya...

13. yüzyılda karnaval kutlamalarında müzik ve dansın yanında çeşitli yarışmalar ve eğlenceler de düzenlenirmiş. 14. yüzyılın sonlarına kadar karnaval, insanların doyasıya eğlendiği bir etkinlik olmuş.

Ortaçağ'da kilisenin tepkisini toplayan bu tür eğlenceler yasaklanmış. Ancak 15. ve 16. yüzyıllarda doruğa çıkan kutlamalar İkinci Dünya Savaşı’nın ardından daha da bir canlanmış.

Yılda bir kez maskelerin ardından günlük hayatla dalga geçen insanlar, böylece karnaval zamanı kurtulmuşlar bütün endişe, günlük dert ve sıkıntılarından...

Hani Türkiye'deki siyasi ortama da bir bakarsak: Erzurum'da savcı Osman Şanal tarafından sorgulanan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in tutuklanması, AKP'nin soruşturmaya müdahale eden HSYK'ye tepki göstermesi, yargı bağımsızlığı tartışmaları, TEKEL işçilerinin kararlı direnişleri ve onlara destek olan sağlık emekçilerinin düzenledikleri eylemler... Bu liste daha çok uzar gider...

Hepsi de sinir bozmaya yeterli haberler. Acaba bu sıcak gündemin içinde tam anlamıyla özgün ve yerel motiflerden oluşan bir karnaval da Türkiye’de yapılsa; siyasi kişiler üzerinden yürütülen mizahi yaklaşımı bizimkiler kaldırabilir miydi?

Toplum olarak siyasi ve toplumsal sorunlarla boğuşurken gülmeyi, neşelenmeyi, eğlenmeyi unutmuyor muyuz çoğu zaman? Ya da eğleniyorsak bir suç işliyormuşuz gibi psikolojik baskı oluşmuyor mu üzerimizde? Neyse bu sorunların ötesinde umarım bu kareler, birazcık renk katar hayatımıza…







LinkWithin

Related Posts with Thumbnails